Erdoğan şefliğindeki faşist sömürgeci rejim, içte başta Kürt Özgürlük Hareketi ve devrimci hareketin diri güçleri gelmek üzere emekçi sol muhalefete karşı faşist ve işgalci devlet terörü uygularken, dışta da savaşçılığı tırmandırıyor. Libya’da, Akdeniz’de, Güney Kafkasya’da ve Suriye’deki savaş kışkırtıcılığı, faşist şeflik rejiminin bölgesel yayılmacılığının son örnekleri oldu.
Binbir iple ABD, Almanya öncülüğündeki AB ekonomisine bağlanmış Türkiye, dönem içinde emperyalistler arası çelişkilerden de faydalanarak, esasında da Rusya Federasyonu ile yakınlaşıp Batı’dan tavizler kopartarak, kendisine nispeten politik manevra alanı yaratmıştı.
Bunu yaparken ABD ve AB ile sık sık karşı karşıya gelmişti. Gerilimler belli anlarda çok yoğunlaşsa da iki taraf “kontrolü” veya “ayarı” kaybetmemek için özel özen göstermiş, sorunu o moment için çözmeyi başarmışlardı.
Üç dış siyasi rekabet alanı bu krizin daha da boyutlanıp “taşmaya” yol açacağının belirtilerini sunuyor. Zira söz konusu üç siyasi rekabet alanında da Türkiye’nin dış politikası AB’nin ve kısmen de olsa NATO’nun askeri politikalarına uymuyor, hatta çelişiyor.
Ocak ayında gerçekleşen Berlin Konferansında, Libya’daki iç savaşın bütün tarafları bir ateşkes mutabakatında anlaşmış, dış güçlerin silah ve askeri mühimmat sevki yasaklanmıştı. TC, bu konuda hiçbir taviz vermedi, askeri malzeme sevkiyatına devam etti.
TC’nin AB ve deniz hukukuna aykırı olarak gerçekleştirdiği doğalgaz arayışı, Kıbrıs sorununun yeniden gündemleştirilip gerginliğin kışkırtılması, Akdeniz’de rekabet savaşı hazırlıkları, Yunanistan ve Kıbrıs ile ilişkileri gerdiği kadar, Fransa ile de yaşanan gerilimi yeniden alevlendirdi.
Azerbaycan’ın TC’nin denetiminde Karabağ’daki özerk yönetime karşı başlattığı savaş ve işgal saldırısı, Güney Kafkasya’da savaşı kışkırttığı kadar AB’nin küresel rakiplerinden Rusya’ya politik alan kazandırmasıyla yeni bir gerilim alanı açtı.
Süreç boyunca DAİŞ’in manevi lideri Erdoğan’ın Fransa ve Avusturya’daki politik islamcı faşist saldırıları “sahiplenici” tutumu, saflaşmayı derinleştirdi.
Akdeniz Krizi bağlamında AB Dışişleri Bakanları henüz Ekim ayında yaptırımları masaya yatırmış, Almanya’nın zorlamasıyla Erdoğan da o masaya oturtulmuş, yaptırımlar rafa kaldırılmıştı.
19 Kasım’da toplanan AB liderleri bu gündemi ertelemiş, somut yaptırımların tartışılmasını 10-11 Aralık Zirvesine bırakmışlardı.
NATO’da da durum çok farklı değil. Macron 2019 Zirvesinde Türkiye’ye yaptırımları gündemleştirmiş, Trump Erdoğan’ı korumuştu. NATO’nun son sanal toplantısında S-400’lerle de bağlantılı ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Mevlüt Çavuşoğlu’na “ayar” verdi. Öyle görülüyor ki Erdoğan’ın “oldu bitti” politikalarına ve NATO hukukunu “ihlal” edişine göz yumulmayacak artık.
Şimdiye dek Almanya, Türkiye ile ilişkilerin daha da gerilmemesi için çabalamış, “kaybetmemek” adına sıkça “uyarılar” sıralamıştı.
Merkel, 19 Kasım toplantısının ardından yaptığı konuşmada, “Tabi ki geçen süreçte gelişmeleri takip edip bir sonuca varacağız” derken örtülü olarak Türkiye’ye olumlu bir adım atmasını önermişti. Almanya mali oligarşisinin önde gelen isimleri Türkiye ile iplerin koparılmamasına özen gösterilmesi gerektiğini vurgulasalar da, Fransa ve Avusturya’nın baskısıyla 10 Aralık’ta yaptırımlar gelebilir. Zira geçen süreçte gerilimi azaltacak gelişmeler yaşanmadığı gibi, Akdeniz’de yeni sondaj çalışmalarıyla provokasyon arttırıldı.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 12 Aralık 2020 tarihli Avrupa Gündemi köşesi