Geçen sayımızda Avrupa Gündemi köşesinde Hanau katliamının yıldönümü vesilesiyle bazı tespitler yapılmıştı.
“yeni bir yönelim ve taktiğe” işaret edilmişti. Mücadeleyi mağdurların “adalet” arayışından öteye siyasallaştırma, genel antifaşist stratejiye bağlama ihtiyacını karşılayacak bir yol açma arzusu birinci yıldönümü eylemlerinde belirginleşti.
Hanau katliamı sonrası Migrantifa, antifaşist mücadelede göçmen gençlerin bir siyasi özne olarak yeniden sahneye çıkmalarının bir ifadesiydi. Kentten kente farklı biçimlerde gelişen Migrantifa’ların somut durumlarından bağımsız olarak “gelişen ırkçı ve neofaşist hareket karşısında göçmen gençliğin örgütsüzlüğü ve savunmasızlığı” sorununa verilmiş bir yanıttı. Haraket içinde farklı tonlardan burjuva ideolojisi ve liberalizmin etkisindeki oluşumlar, hareketin bu yönde gelişmesini, yoksul göçmen gençlerle buluşup militanlaşmasının önündeki en belirgin engel oldu ve olmaya devam ediyor. Burjuvazinin her daim yedek ideolojik saldırı argümanı “antisemitizm” ve “Antideutsch”ların hareketi bölme alışkanlıkları devreye sokuluyor.
Geçen süreçte “Polis ihmalleri” olarak basına çıkan haberler, Hanau katliamında da burjuva devletle özdeşleşmiş, onun organik parçası teşkilatların dolaysız sorumluluğunu belgeledi. Polis ırkçı denetimi arttırdı. Almanya dışındaki Avrupa ülkelerinde de benzer olgular gözlemleniyor.
Kapitalizmin yapısal krizine bağlı olarak ortaya çıkan politik krizler, emperyalist devletlerin de “faşistleşme” eğilimi içine girmelerini sağladı. Pandemiyi de fırsata çeviren devletler otoriter, olağanüstü hal uygulamalarını parça parça entegre etme taktiğini izliyorlar. Doğrudan neofaşist hareket ise ideolojik, lojistik ve siyasal olarak beslenip büyütülüyor. Yapısal kriz koşullarında burjuva devletlerin “faşistleşme” eğilimi, onun sorunlar karşısında esneme ve çözme yeteneklerini de hayli daraltmaktadır.
Katliamlar salt bir toplumsal ırkçılık sorunu değil. Saldırılar ve katliamlar daha yapısal, burjuva devletin bütününü ilgilendiren boyutlu bir sorunun bir sonucu olarak gerçekleşiyor. NSU katliamları ve mücadele ile ortaya çıkan bilgiler,bu gerçeğin altını kalınca çiziyor.
Uzun bir zamandır tartışma konusu olan “antifaşist hareketin krizi” de esasen sorunun yapısallığının kavranmasında düğümleniyor.
“Adalet” talebi kadar faşist harekete ve ırkçı ideolojiye karşı mücadelenin muhatabı da burjuva devlet, onun polisi, anayasa koruma teşkilatıdır.
Hanau devrimci bir tarzda aşılacaksa eğer iki sorunun çözümüyle karşı karşıya kalırız.
Birincisi, yoksul göçmen gençlerin bir devrimci özne olarak politikaya ve mücadeleye çekilmesi potansiyel olarak gerçekleşti, ama bu potasiyel henüz realize edilemedi. Öyle görülüyor ki, Migrantifa kendi içindeki liberal eğilimi aşmadağı ölçüde bunu başaramayacak. Göçmen yoksul gençler, özellikle de genç kadınların antifaşist mücadeleye akışını sağlayacak kanallar yaratmak hayati bir yerde duruyor.
İkincisi, ırkçılığa karşı mücadelenin politikleştirilmesi, devlet ile saflaşmanın konusu haline getirilmesi, genel antifaşist stratejiye bağlanması ve toplumsal mücadele ile birleştirilmesi sorunu her türlü genelliğin dışında somut bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Avrupalı devrimci kurumlar, örgütler ve antifaşist hareket içindeki her türden “gizli” ırkçılıkla ideolojik mücadeleyi süreklileştirirken, göçmenler içinde faşizme ve kapitalizme, burjuva devlete ve faşist harekete karşı “birleşik mücadeleyi” geliştirecek ideolojik mücadeleyi yükseltmek, acil bir görev olarak belirginleşiyor.
Hanau aşılacaksa – ki mutlaka aşılmalıdır – yerli ve göçmen işçiler, kadınlar ve gençler arasında bu köprü rolünü oynayabilecek, halk-devlet saflaşmasını örgütleyebilecek komünistlerin iradi müdahalesi, sözü ve eylemiyle aşılacaktır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 12 Mart 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi