Batı emperyalizminin önde gelen yedi ülkesi G7 düzleminde siyasetlerini regüle ediyor, kendilerini yeni döneme hazırlıyor, rakip düşman emperyalistler ve “ortak” sorunları, ezilenlerin öfke ve ayaklanmalarını masaya yatırıyor ve kararlar alıyorlar.
Zirveler ise şatafatlı saraylarda bir araya geldikleri, yüzlerce ara ve yan görüşmeler ile birlikte kararları ortaklaştırıp “dosta düşmana” deklere ettikleri “şölen”ler olarak tasarlanıyor. Emperyalistler ya Hamburg’da olduğu gibi gökdelenin en yüksek katlarında veya dağların eteğinde uzak köylerde buluşup ezilenlerin öfkeli eyleminden kaçmaya çalışsalar da zirve karşıtı protestolar onları buluyor, rahat bırakmıyor. Bu bakımdan zirve karşıtı gösteriler sadece zirvenin olduğu ülke değil, aynı zamanda bir bütün olarak dünya ezilenlerinin başına bela G7’lerin dünya hakları ve ezilenleri için önem taşıyor.
Marksist leninist komünistler bakımından da zirve karşıtı eylemler tarihleri boyunca Avrupa’daki sınıf mücadelelerine katılım, göçmen işçi ve emekçileri kendi ülke burjuvazilerine karşı yerli devrimci hareketle birleştirme, fiili meşru eyleme seferber etme ve militan devrimci duruşu örgütleme bakımından ayırıcı momentler olarak belleğe kazındı.
Rostock, Strasburg, Hamburg ve sayısız başkaca örnekte olduğu gibi bu zirveler ve onu önceleyen siyasi hazırlıklar, marksist leninist komünistlerin antiemperyalist ve enternasyonalist çizgisinin ve mücadele biçim anlayışının “zirveleri” oldu.
Program ve resmi gündem bir yana G7’lerin esas ve temel gündemi, güncel küresel savaş tehlikesi. Dahası onlar bakımından yeni bir emperyalist savaş veya en azından bir dönem bölgesel emperyalist dalaşlar zinciri hazırlığıdır bu. Zira NATO’nun “yeni döneme hazırlık” kapsamındaki yeniden yapılandırılması bağlamında her ülke de kendi askeri varoluşunu gözden geçiriyor, militaristleşiyor. Savaşı bahane ederek daha önce kararlaştırılan ekolojik programları gündemden çıkartıyor, eski kararlarını bir bir unutuyor ve unutturuyor.
Emperyalist rakip güçleri ana düşman olarak belirlese de ideolojik düzlemde antikomünizmi yeniden öne sürerek ve yeni bir dalga biçiminde örgütleyerek burjuva ideolojinin canlanmasını, yeniden saldırıya geçmesini ve sınıf bilincinin gelişimini bu yolla engellenmesini amaçlıyor.
G7, Tayyip Erdoğan şefliğindeki sömürgeci faşist rejimin Güney Kürdistan’a dönük saldırılarını sadece desteklemiyor, İran’ı kuşatma ve Güney Kürdistan’ı doğrudan himayesine alma stratejisine bağlı olarak TC ve KDP’yle planlıyor ve yürütüyor.
Dolayısıyla 26-28 Haziran’da Almanya’nın en yüksek bölgesinde yapacakları zirve – hem emperyalistlerin iç siyasi birliği ve geleceği hem de ezilenlere karşı saldırı bakımından – olağanüstü bir rol oynuyor. Ezilenlerin öfkesini Alp dağlarının eteğine taşımak, zirveyi devrimci eylemin gölgesinde bırakmak, yani “canavarı kalbinden vurmak” Güney Kürdistan’ın özgür gerillasına, Rojava’nın devrimci yönetimi ve savaşçılarına, Latin Amerika’dan Afrika’ya, Uzak Asya’dan Doğu Avrupa’ya ve Kafkasya’ya halklara karşı bir siyasi sorumluluktur.
Dahası, yeni antikomünist dalgayı kırmak için fiili meşru çizgiyi yükseltip komünizmin sembol ve bayraklarını emperyalist haydutların yanı başında dalgalandırmak komünistlerin boynunun borcudur.
Dönem içerisinde kendi özgücüne dayalı eyleme geçmede, kitleleri siyasi mücadeleye katmada, birleşik eylemi siyaset yapış tarzıyla zorlamada nispeten canlı bir varoluş sergileyen öncü, emperyalistlerin zirvesini ezilenlerin “zirve”sine dönüştürmede etkin rol oynamalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 24 Haziran 2022 tarihli Perspektif köşesi