Avrupa’nın birçok ülkesinde yoksullaşma ve yaşam şartlarının artan oranda kötüleşmesine karşı işçi sınıfı grevleri yaygınlaşıyor. Bir yandan mücadeleye daha fazla işçi katılırken, grevlerin değişik sektörlere yayılıyor olması, grevlerin zaferle sonuçlanma olasılığını da arttırıyor. Kovid salgınının tam ortasında gelişen sağlık emekçilerinin grev dalgası yeni dönemde birkaç misli artarken, demiryolu çalışanları, liman işçileri, ağır sanayi işçileri, belediye çalışanları ve eğitim emekçileri grevleri de Almanya’dan İngiltere’ye, Fransa’dan İspanya’ya tüm kıta devlet ve hükümetlerini zorluyor.
Başta emperyalist kapitalizmin içerisinde debelenmekte olduğu ve topluma sunabileceği en küçük bir gelişim perspektifi sunma yetisini kaybetmesi olmak üzere, her geçen gün derinleşen emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi de, emperyalist burjuvaziyi grevler karşısında daha saldırgan tutum almaya, grev kırıcılığı ve polisiye tedbirlerle tehdit etmeye vardırmakta. Fransa’da Total rafineride haftalar süren greve karşı devletin “beka sorunu yarattığı” tehditleri ve son olarak İngiltere’de sağlık emekçilerinin grev kararına karşı devletin orduyu devreye sokacağını ilan etmesi söz konusu saldırılara son örneklerdir.
Kapitalist devlet kaynaklı saldırılar bir yana, gelişmekte olan işçi grevlerini tehdit eden tehlikenin özsel yanı ise sarı sendikalardan, sendikal bürokrasiden gelmekte. Genel olarak işçi sınıfının en geniş kitlelerini saflara çekmek; talepleri net, birleşik ve kararlı bir stratejiden yoksun sarı sendikacılık da hem tekil grevlerin başarıya ulaşmasında hem de toplam grevlerin işçi sınıfı mücadelesinde politik eşiğe sıçramasının önündeki engeller olarak durmakta.
Mücadelenin dinamikleri ve işçi sınıfı saflarındaki hoşnutsuzluğun farkında olan sendikal bürokrasi bir yandan tabandan gelen baskılanma sonucu grev kararı almak zorunda kalırken, öte yandan en küçük kırıntı karşılığında grev hareketini söndürme yolunu tutmakta. Onların söylemleri ile sahadaki gerçeklik arasında büyük bir uçurum varken, enflasyonun, artan gıda ve enerji fiyatlarının ve genel olarak yaşam maliyetinin çok altında bir çözümü müzakere etmede gayet hızlı davranıyorlar.
Örneğin Fransa ve İngiltere’de hali hazırda gerçekleşen grevlerin belki üç katı fazlası grev ilanı yapılmış olmasına rağmen, bu ilanların önemli bir kesimi patronlarla girilen pazarlıklar sonucu çok küçük artışlarla greve dönüşmeden son buldu. Oysa hiçbir “yaratıcı muhasebe” elde edilen artışların yaşam maliyeti karşısında bir şey ifade etmediğini gizleyemiyor.
Ortalama %10’nun üzerinde olan enflasyonun artış eğiliminde olmasına bir de hükümet bütçelerinin emekçilere dönük saldırıların önünü açtığı bugünün Avrupa’sında, kemer sıkma politikaları yeni bir savaş hattını kuracak gibi görünüyor. Dar bir işgücü piyasasına sahip Avrupa’nın işçi sınıfından doğru yükselen talep ve eylem eğrisine direnmesi zorlaşırken, geniş toplumsal kesimlerde genel olarak grev hareketlerine sempati ve dayanışma artışı da doğru bir önderlik olduğu koşullarda işçi sınıfı ve emekçiler için yeni kazanımların imkansız olmadığı görülecektir. Ancak bunun için “genel grev, genel direniş”i bayraklaştıracak, değişik sektörler arası koordinasyonu sağlayacak ve patronlar arasındaki çatlakları değerlendirebilecek bir stratejiye sahip sınıf sendikacılığına ve politik öncüye ihtiyaç var.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 9 Aralık 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi