2016 yılında bir kısım AB üyesi ülke liderleri ile Türkiye arasında imzalanan göç anlaşması uyarınca, Türkiye’nin Avrupa’ya göçmen akının durdurması ve Türkiye’ye iade edilen göçmenleri kabul etmesi karşılığında, göçmenlerin Türkiye’deki yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilecek, toplamda 6 milyar Euro’luk bütçe sözleşmenin tarafı AB devletleri (blok) tarafından taahhüt edilmişti. Bu bütçenin 4.7 milyar Euro’luk kısmı 2021 yılına kadar Türkiye’ye iletilmiş ve blok ülkeleri 3 milyar Euro tutarında yeni bir bütçe gönderme kararı almıştı.
Avrupa devletleri bakımından büyük başarı olarak görülen ve sunulan bu anlaşma, daha yakın zamanda Tunus ve Mısır ile yapılan göç anlaşmaları için de şablon görevi görmüştü.
Ancak geçtiğimiz günlerde AB Sayıştayı (ECA) geçen yıl paranın etkili bir şekilde kullanılıp kullanılmadığına ilişkin takibinde, Türkiye’de ilgili bakanlıkların AB projelerinin ne gibi etkileri olduğunu değerlendirmelerine olanak sağlayacak bilgiler vermeyi reddettiğini bildirdi. Basın tarafından sorulan soruya Sayıştay denetçisi tarafından verilen yanıt ise “Türk yetkililerin istenilen verilere sahip olmadıklarını iddia etmeleri” oldu.
Faşist Türk devletinin, sembolik olarak, oturma izni sahibi ve muhtaçlık durumundaki (60 yaş üstü, en az 4 çocuklu aile veya tek ebeveynli aile) göçmenlere verilen 2024 itibariyle kişi başı maksimum 500 TL (Yaklaşık 15 Euro) tutarındaki SUY (Sosyal Uyum Yardımı) dışında, AB tarafından göç anlaşması uyarınca gönderilen parayı göçmenler için kullandığına dair hiçbir veri yok.
Elbette ki şimdiye kadar söz konusu göç anlaşmasını çok başarılı bulan ve diğer ülkelerle yapılan anlaşmalar için de şablon olarak kullanan AB devletleri bu durumu yeni fark etmiş olamaz. Hatta yakın zamana kadar bazı Avrupa devlerinin “Suriye’deki faaliyetleri” nedeniyle Türkiye’ye silah sınırlaması uyguladığını göz önüne alırsak, söz konusu paranın Türkiye tarafından nasıl kullanıldığını tahmin edebildiklerini de rahatlıkla söyleyebiliriz.
Anlaşmadaki göstermelik (göçmenlerin yaşamsal ihtiyaçları gibi) karşılıkları bir yana bırakırsak, göçmenlerin Avrupa’ya geçişinin önlenmesi hedefi büyük ölçüde başarılı olmuştur. Meriç nehri ve Ege denizindeki on binlerce göçmenin cansız bedeni, bu başarının göstergesidir.
Burada sorunun asıl muhatabı Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da emekçi halklardır. Enflasyon girdabına kapılmasına rağmen zam kavramının unutturulduğu, yeni vergilerle alım gücünün iyiden iyiye gerilediği, emekçilerin tek maaşla kiralarını dahi ödeyemez duruma geldiği Avrupa ülkelerinde, emekçilerin, sorunun gerçek kaynağını öğrenmesi elzemdir.
Sorunun kaynağı göçmenler değil, emperyalist rekabet ve savaştır. Ödediğimiz vergiler göçmenlere değil, silahlara harcanmaktadır. Emperyalist tekellerin kârları ve devletlerin bütçeleri büyürken, emekçilerin gelirlerinin düşmesi göçmenler yüzünden değil, emperyalist devletlerin savaş politikaları yüzündendir.
Avrupalı emekçilerin boğazına çöken ile göçmen halkları yurdundan eden, aynı sınıf düşmanlarıdır. Büyük insanlığın canıyla, vatanıyla, ekmeğiyle oyuncak gibi oynayan bir avuç emperyalist tekele karşı, her yerde olduğu gibi bulunduğumuz Avrupa coğrafyasında da, gerek Avrupalı gerekse de göçmen emekçilerin omuz omuza mücadele etmekten başka şansı yoktur. Komünist Manifestonun “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sloganını “göçmenler hariç değil!” diyerek tüm emekçilere anlatmak, tüm sosyalistlerin temel görevidir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 3 Mayıs 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi