Nasıl ki son yaşanılan depremde hayatı kararan insanlar, “depremde korunmadıkları için” günah keçisi ilan edilmeye çalışılıyorlarsa, Ege’de, Akdeniz’de Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenler, ülkelerini terk etmekle, “düzensiz göç”le itham edilerek yaşanan sinsi katliamın sorumlusu olarak gösteriliyorlar.
Emperyalist kapitalizmin doymak bilmez kâr sevdasının dünyanın değişik coğrafyalarında savaşların, doğal felaketlerin, açlık, yoksulluk ve kıtlığın temel nedeni olması bir yana, bu sonuçlardan kaçarak kendisine yeni bir yaşam kurma serüvenindeki göçmenlerin en tehlikeli yolları aşmaya zorlanarak katledilmeleri de aynı egemen parazit sınıfların sözde “ulusal değer ve ayrıcalıklarının” korunması adına gerçekleştirilmektedir.
Geçtiğimiz on gün içerisinde Türkiye, İtalya ve Bulgaristan’da toplu göçmen katliamları gerçekleşti. 15 Şubat’ta Libya’dan denize açılan bir botta en az 73, 20 Şubat’ta Türkiye’den yola çıkan bir tır içerisinde havasızlıktan 18 göçmen, yine 25 Şubat’ta Türkiye’den yolan çıkan bir geminin parçalanarak İtalya açıklarında batması sonucu 12’si çocuk 59 göçmen hayatını kaybetti.
Daha önceki örneklerde olduğu gibi son üç katliamda da en küçük sorumluluk almayan egemen sınıfların siyasi temsilcileri, bir yandan timsah gözyaşları döktü, bir yandan da göçü engellemek adına “kale Avrupa”sı politikalarına devam edeceklerini açıkladılar. İtalya başbakanı faşist Giorgia Meloni yaptığı açıklamada, “hükümetimiz göçmenlik ve onunla birlikte yaşanan bu tür trajedilerin önlenmesi için kararlıca mücadele edecek” derken, göçmenliği yaratan kendi sömürgeciliklerinden ve göçmenleri bu tür tehlikeli güzergahları kullanmaya iten sınır kapatma politikalarına zeval getirmedi.
Göçmenlere dönük insani kurtarma operasyonları yürüten kimi kuruluşların raporlarına göre 2014 yılından buyana sadece Akdeniz’de kaybolan insan sayısı 20 binin üzerinde. Libya, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelere göçmen akışının engellenmesi için milyonlarca Euro akıtan AB emperyalistleri, Avrupa’yı saran deniz ve kara sınırlarındaki devriye sayılarını her gün arttırıp, duvarlar örmeye kalkarken, zor durumdaki göçmenlerin kurtarılması için yürüttükleri sınırlı kurtarma operasyonlarında hâlâ merkezi bir koordinasyonu sağlamamış olmaları da ikiyüzlülüklerinin bir başka açık örneğidir. Zaten gerçek katillerden “kurbanlarını” kurtarmaları da beklenemez.
Emperyalist kapitalizm altında bir yandan meta ve sermaye dolaşımı alabildiğine özgürleştirilirken, insanların dolaşımına aynı oranda sınırlar çekiliyor. BM’ye üye ülkelerin 3/4’ünün “insan kaçakçılığı”na dair uluslararası anlaşmalara imza atarken, sadece 1/4’ünün göçmen haklarını koruma anlaşmalarını imzalamış olmaları bu gerçeğin bir başka somut yansımasıdır.
Sınıflı toplumların oluşumuyla artan göçmenlik olgusu, yasa ve uygulamalarla bugüne kadar engellenemedi. Sadece ve sadece daha fazla ölüme yol açtı. Sınırların korunması göç sayısının artışıyla paralel gitti. 1990’dan günümüze uluslararası alanda göçmenlik %50 arttı. Ve kapitalist sömürü, rekabet, savaş, doğa katliamı devam ettikçe, göçmenlikte bir olgu olarak var olmaya devam edecek. Göçmen katliamlarına karşı mücadeleyi genel kapitalizme karşı mücadeleyle, antikapitalist, antiemperyalist mücadeleyle birleştirme zorunluluğu kendisini her geçen gün daha fazla gösteriyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 3 Mart 2023 tarihli Avrupa Gündemi köşesi