7 Ekim saldırısıyla yeniden gündeme oturan Filistin direnişi, dünyada zaten belli bir düzeye sıçramış olan politik saflaşmaları daha da hızlandırdı. Bir yanda başını ABD emperyalizminin çektiği batılı hegemon güçler, diğer yanda artık görünür bir biçimde zayıflayan ABD hegemonyasına karşı ikinci bir emperyalist blok oluşturma peşindeki Rusya, Çin vb. güçler, kendi kapitalist-emperyalist çıkarları temelinde pozisyon alarak on yılların sorununa “çözüm” arıyorlar.
Hegemon gücü pörsümüş olan ABD, arkasında duran batılı diğer emperyalistlerle birlikte tam kadro Siyonist İsrail’in arkasında
Bölge üzerinde egemenlik kurmak isteyen diğer kutuptaki emperyalistler ise bir yandan kendilerine yakın güçleri askeri olarak donatmaya çalışırken, bir yandan da BM nezdinde, diplomatik alanda en saldırgan emperyalist güç konumundaki ABD’nin bölge devletleri ve halkları nezdinde daha fazla teşhir olmasının adımlarını atıyorlar. Bu güçlerin de “Filistin dostluğuyla ya da işgalci İsrail saldırganlığıyla” gerçekte bir alakaları yok. Eğer tutumlarında tutarlı olsalardı, başta ekonomik olmak üzere, Siyonist İsrail’le askeri, politik tüm ilişkilerini kesmiş olurlardı.
Bölgedeki emperyalizm işbirlikçisi faşist-gerici devletlerin durumu ise daha da içler acısı, az çok düşünme yetisi olan her insana “pes” dedirtecek nitelikte. Halkların haklı olarak Siyonizme karşı duyduğu öfkeyi “Filistinli kardeşlerimiz öldürülüyor” propagandalarıyla emmek isteyen bu güçler, öte yandan İsrail’le tüm ilişkilerini kesintisiz sürdürüyorlar.
Belki bir başka konjonktürde olsaydık Filistinli güçlerin 7 Ekim saldırısı bu denli bir etkiye, buna emperyalistlerin ve Siyonizmin topyekun saldırısı da dahil, neden olmayabilirdi. Gelişen emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi, sömürgeciliğe, işgale, zulme başkaldıran, kapitalist barbarlığa itiraz eden tüm güçlerin de her alanda teslim alınmasını koşulluyor. Kısacası barış isteyen, adalet isteyen, eşitlik isteyen, devrim isteyen tüm halkların ve politik kuvvetlerin zapturapt altına alınmasını koşulluyordu. Dünyanın her yerindeki direniş ateşlerine koyu saldırganlık yıllardır bunun içindi. Herkesin “artık bitti” dediği bir anda, emperyalistlerin ve işgalcilerin kendilerini son teknolojik sofistike silahlarla donatarak çok güvende hissettikleri bir aşamada kendinden yeniden söz ettiren Filistin direnişi, halk düşmanları nezdinde dünya halklarına “kötü örnek” olmuştu.
Bunun için batı emperyalizmi koşulsuz Siyonizmin yanında saf tutarak, emperyalist metropollerde gelişebilecek enternasyonal dayanışma hareketinin önünü alma telaşına düştü. Gösteriler yasaklandı, sokağa çıkanlar aleni işkencelerle gözaltına alındı. Burjuva medya aracılığıyla Filistin’le dayanışma içinde olan halklar “antisemitist” olmakla yaftalandı. Çünkü bugünün koşullarında her direniş, her talep, her mücadele ve dayanışma içerde ve dışarıda yeni mücadelelerin yolunu açma kudreti taşıyor.
Madalyonun bir yüzü doludizgin saldırganlık olurken, diğer yüzü ise Londra, Berlin, Paris, New York vb. kentlerde tüm saldırılara, polis şiddetine ve tutuklama tehditlerine rağmen ellerinde Filistin bayraklarıyla sokağa çıkan, yol kesen, fabrika ve okul işgali yapan, ellerine bulaşan kanı temsilen emperyalistlerin borazanı medya binalarını kırmızıya boyayan direnişçi işçi ve emekçiler, gençler ve kadınlar oldu. Bugün saldırganlıkla paralel, direnişte tüm cephelerde devam ediyor.
Kendi tarihi direnişle örülü komünistler, bölgede olduğu gibi Avrupa kentlerinde de Filistin direnişinin enternasyonal düzeyde aktif bir parçası olarak Filistin’de Siyonist işgalcilerin kovulması, Kürdistan’da sömürgecilerin yenilgiye uğratılması mücadelesini yakın dönemin acil görevleri olarak ele almalı, öncü misyonunu emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı halkların barikatını örme yönünde ilerletmelidir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 27 Ekim 2023 tarihli Perspektif köşesi