Tüm Avrupa ülkelerinde yapılan son araştırmalar nefret suçlarının çok hızlı bir şekilde artışta olduğunu gösteriyor. Yeni istatistiklere göre artış, Filistinli güçlerin 7 Ekim saldırısı ve ardından İsrail’in Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği, kapsamı ve derinliği gittikçe artan topyekün saldırı sonrası en üst seviyelere ulaştı.
Avrupalı egemen sınıfların ırkçılığı geliştirmek için kullandığı İslam karşıtı propagandalar en çok da beyaz Avrupalılarda müslüman ülkelerden gelen göçmenlere veya göçmen kökenlilere karşı uygulanan nefret suçlarının kaynağını oluşturuyor. Her ne kadar resmi devlet kuruluşları söz konusu artışı gizlese de, çeşitli insan hakları örgütleri veya sivil toplum örgütleri tarafından yapılan araştırmalar, bu nefret suçlarının, suça maruz kalan bireylerde önemli travmalara yol açtığını gösteriyor. Yine yapılan son araştırmalar, geçmiş dönemden farklı olarak, bu dönem en çok da kadınların nefret suçlarına maruz kaldığına işaret ediyor.
Yine bu saldırılar sadece bireylere dönük gerçekleşmiyor, kurumlar, camiler, toplum merkezleri ve okullara yönelik fiziksel ve çevrimiçi saldırılarda da artış görülmüştür. Gönderilen tehdit mektupları, e-mail veya telefonlar bu suçların ana merkezini oluşturuyor. Kurumların “terörist” ilan edilmesinden, insanların geldikleri ülkelere geri dönmelerini söyleyen sayısız tehditler. Yapılan bu saldırılara karşı suç duyuruları ise takipsizlik ve cezasızlığa mahkum edildiği için de, saldırıya uğrayan kişi ve kurumlar savunmasız ve güvencesiz hissediyor.
Bu artışın temel kaynağını ise siyasette, medyada alabildiğine yaygın uygulanan ve ırkçılığı körüklemeyi, göçmenlerin en nihayetinde günah keçisi olarak yerli toplumda görülmesini arzulayan göçmen karşıtı propagandalar oluşturmakta. Devlet başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları yaptıkları konuşmalarda, basına verdikleri demeçlerde açık açık nefret suçları işleyerek, toplumda nefret duygusunun gelişmesine ön ayak oluyorlar.
Gelişen İslamofobinin yanı sıra antisemitizmde farklı bir boyuta doğru gidiyor. Her şeyden önce Avrupalı egemen sınıfların Siyonist İsrail destekçiliğine soyunmuş olması ve İsrail’in gerçekleştirdiği saldırılara karşı halklarda uyanan itiraz duygularının, çeşitli örneklerde görüldüğü gibi antisemitizm olarak ilan edilmesi haksızlık duygusunu geliştirirken, kimi kesimlerde de yahudi karşıtlığını besleyen faktör oluyor. Antisemitizmi başkalarına saldırmak için bir koçbaşı olarak kullanan egemen sınıflar, yerli toplumda gelişen antisemitist saldırılara karşı ise sağır ve dilsizleri oynuyor. Yapılan propadanlarla da –her ne kadar şu ana kadar başarısız olsa da- Müslüman ve Yahudi toplumların karşı karşıya getirilme çabalarına tanık oluyoruz.
İslamofobi ve antisemitizm en tepeden teşvik edilen bir faktör olarak gelişiyor. Hükümet bakanları Filistin bayrağı sallamanın ya da “Nehirden denize, Filistin özgür olacak” sloganı atmanın nefret dolu ve yanlış olduğunu iddia ediyor. Bu, Müslümanlara terörist olarak yapılan önceki saldırılarla birleşerek daha fazla Müslüman karşıtı saldırının tohumlarını atıyor. Çoğu kişi düşmanın Yahudiler değil Siyonizm ve emperyalizm olduğunu anlıyor. Bazı Yahudilerin Filistin yanlısı protestolara katılması da bunu pekiştiriyor.
Azınlık bir grup ise Gazze’deki cinayetlerin sorumlusu olarak yanlış bir şekilde tüm Yahudileri hedef almaktadır. Bu aynı zamanda İsrail’in bu tür antisemitizmi daha olası hale getirmesinden de kaynaklanıyor. Yahudiler için güvenli bir sığınak olduğunu iddia eden İsrail, aslında Yahudi karşıtı duyguları teşvik etmektedir.
Irkçılığın her türlüsüne karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 12 Ocak 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi