Çocuk ve genç işçi cinayetleri, devrimci politik-pratiğin üzerinden atlayamayacağı bir sorundur. Sınıf savaşımının çok özel bir halkasını oluşturan bu konu, hem devrimci gençlik hareketinin öznelerine hem işçi sınıfının devrimci öncülerine tek bir çağrı yapıyor: Sermaye ve faşist saray rejimine karşı birleşik mücadele halkasını sımsıkı tutun.
Halklarımız yoksullaşma krizinin pençesinde kıvranıyor. Her gün giderek derinleşen yoksullaşma krizi ağır toplumsal ve trajik sonuçlarıyla karşımıza dikiliyor. Asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği, açlık sınırı altında ücretle çalışan milyonların kuru ekmeğe talim ettiği ve halk ekmek büfeleri önünde kuyruğa dizildiği sefalet hali emekçi halklarımızın bugünkü somut gerçeğini resmediyor. Bu sefalet ve toplumsal yıkım tablosunda emekçi halk gençliğimizin durumu özel bir toplumsal-politik sorun olarak öne çıkıyor. Geleceksizliğe ve belirsizliğe mahkum edilen emekçi halk gençliği saflarında bir yandan genç intiharları tırmanıyor. Diğer yandan emekçi halklarımızın gençliği emek gücünü katil patronlara en ucuza satmak zorunda kalıyor ve vahşi sömürü cıngılında iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Faşist rejim ve kapitalist sömürü düzeni her iki koldan milyonlarca genci kuşatıyor. Süreklileşen genç işçi cinayetleri bu gerçeği çarpıcı biçimde bize gösteriyor.
Neoliberal sermaye birikim rejiminin en vahşi sömürü biçimleriyle uygulandığı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da genç işçi cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Neredeyse her hafta staj sömürüsü altındaki çocuk işçilerden biri veya birkaçı iş cinayetinde hayatını kaybediyor. Kelimenin gerçek ifadesiyle karın tokluğuna çalışan çocuk ve genç işçilerin seri ölümleri belirgin biçimde artıyor ve süreğenleşiyor.
Sanıldığının aksine neoliberal sermaye birikim rejimi piyasaların doğal yasası olarak ve kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Neoliberal birikim rejimi sermaye sınıfı adına yöneten hükümetlerin ekonomik-politik programlarının dolaysız pratiğiyle ete-kemiğe bürünüyor. Emperyalist küreselleşme döneminin bütünleşik dünya pazarında ekonomik rekabetin başlıca alanlardan biri en ucuz işgücü pazarına sahip olmaktır. İşbirlikçi Türk sermayesi emek gücünün ucuzlatılması yoluyla uluslararası işgücü piyasasında rekabeti yükseltmeye çalışıyor. Bu bağlamdan en kuralsız, güvencesiz ve örgütsüz emek rejimlerini dayatıyor. En sofistike ve vahşi emek sömürü biçimlerini icat edip kullanıyor.
Çin modeli kapitalist kalkınma ve büyümeyi benimsediğini her fırsatta söyleyen politik islamcı faşist şef ve saray rejimi, bu doğrultuda sermaye sınıfının azami kar isteğini harfiyen karşılıyor. Her türlü yasal ve fiili adımları atmakta duraksamıyor. AKP-MHP faşist iktidarı, Çin modeli neoliberal sermaye birikim rejimini dizginsizce uyguluyor ve her aşamada yeni yasal düzenlemeler yaparak kapitalist sömürünün koşullarını daha elverişli hale getiriyor.
Türk burjuvazisinin hizmetine koşulmuş Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Türkiye’de ara kademe eleman sıkıntısını vurguladıktan sonra patronlara şu çağrıyı yapıyor: “Neye ihtiyacınız varsa, oradaki meslek lisesi bünyesinde o programı açalım.” Ve ekliyor: “Eğitimci kadrosunu beraber oluşturalım, akademik personel bizde olsun, meslekle ilgili derslerin içeriğini sizinle yazalım.”
Kapitalist zenginlerin hükümeti olan faşist saray rejimi 2021 yılının Aralık ayında 3308 sayılı Mesleki Kanun’da önemli bir değişiklik yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı bu kanun değişikliğiyle Mesleki Eğitim Merkezlerini açtı ve kısa sürede yaygınlaştırdı. Bu neoliberal emek rejimi düzenlemesiyle MESEM’lerin Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri’nin bünyesinde farklı bir okul türü olarak açılmasını sağladı. Sermayenin ara kademe teknik eleman ihtiyacını karşılamak için geliştirilen bu okul/kurs/üretim alaşımıyla ucuz genç emek gücü piyasaya bağlandı.
Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerindeki öğrencilerin MESEM’lere doğru kaydırılması için sınıf geçme zorunluluğu yeniden getirildi. Aynı amaçla MESEM’lere öğrenci akışını örgütlemek için “maaş ve sigorta, iş garantisi” propagandası yoğunlaştırıldı. Yoksullaşma krizinin belirleyici kuşatıcılığı ve zorlayıcılığı koşullarında yoksul emekçi ailelerin çocukları MESEM’lerin vahşi kapitalist sömürüsünün çarkları içine akmaya başladı. Meslek liselerindeki staj sömürüsünü katlayan MESEM’lerde 14-15 yaşındaki çocuklar haftada bir gün okul ve dört gün atölye ve fabrikalarda çalışmaktadır. Sabah sekizden akşam on dokuza kadar yoğun ve ağır çalışma düzeniyle vahşice sömürülen “öğrenciler” esasen ve fiilen örgün eğitimin dışına çıkarılıyor. Bu vahşi ve ucuz çocuk emek gücü sömürüsü çocukların bedensel, ruhsal, eğitsel ve sosyal gelişimini engelliyor. Okuldan koparılıp kapitalist sömürünün emek piyasasına sürülen çocuk ve genç işçiler, yeni bir sınıf tabakasına işaret ediyor. Verili işçi sınıfının sosyal bileşim haritasında giderek önemli ve çok özel bir yer tutan çocuk ve genç işçi dilimleri pek çok yönüyle sınıf savaşımının özel bir politik sahasını oluşturuyor.
Bugün genç işçi cinayetleri boyutuyla karşımıza dikilen bu olgu, dosdoğru devrimci politikanın nesnesidir. Çocuk ve genç işçi cinayetleri devrimci politik-pratiğin üzerinden atlayamayacağı bir sorundur. Sınıf savaşımının çok özel bir halkasını oluşturan bu konu, hem devrimci gençlik hareketinin öznelerine hem işçi sınıfının devrimci öncülerine tek bir çağrı yapıyor: Sermaye ve faşist saray rejimine karşı birleşik mücadele halkasını sımsıkı tutun.
Devrimci gençlik hareketinin öncüleri, çocuk ve genç işçiler üzerinden bu politik sınıf savaşımı alanına özel bir politikayla müdahil olmayı günün acil görevi kabul etmelidir. Aynı biçimde işçi hareketi içerisindeki devrimci sınıf siyaseti yapan tüm sol sosyalist odaklar iş cinayetleri ve katliamları serisi biçimde süren bu gidişata, politik eylemi önceleyen kapsamlı örgütlü müdahaleyi muhakkak geliştirebilmelidir. İşçi sınıfının bu genç diliminin örgütlenme yasağı ve tüm aleyhte koşullarını dikkate alan kapsamlı bir örgütlenme stratejisi geliştirebilmelidir.
Devrimci gençlik hareketinin bir bütün öncü bölüklerinin bu konuyu politik mücadelenin bir gündemi haline getiremediğini çok açıkça görebiliyoruz. Devrimci gençlik hareketinin istisnasız tüm politik öznelerinin gençlik mücadelesini salt yükseköğrenim gençliğinin hareketi ve sorunlarıyla sınırladığı verili bir gerçektir. Çok açık ki, bu bir dar ufukluluktur ve dönemin aşılması gereken geriliğidir.
KYK yurtlarında öğrenci intiharları ve cinayetleri binlerce öğrenciyi kapsayan bir hareket haline gelebiliyor. Yükseköğrenim gençliğinin çok yönlü biriken tepkisi ve öfkesi belirli bir momentte eylemli olarak açığa çıkabiliyor. Çünkü devrimci gençlik hareketinin özneleri bu konuları politik eylemin konusu haline getirebiliyor. Politik ilgi odağında tutuyor. Devrimci gençlik hareketinin tüm özneleri akademik-demokratik mücadeleye eş ve benzer bir çalışmayı muhakkak genç işçi ve staj sömürüsü altındaki “işçi öğrenciler” için de yapabilmelidir.
Bu konu, yalnızca devrimci gençlik hareketinin politik öznelerinin politik ve örgütsel yoğunlaşmaları ve genç işçi cinayetlerini kavranacak özel halkı olarak ele almalarıyla çözümlenecek bir konu değildir. Aynı halkayı işçi sınıfı içerisinde faaliyet yürüten devrimci işçi hareketinin özneleri de sımsıkı kavrayabilmelidir. İş cinayetlerine karşı yürütülen mücadelenin toplam birikimi burada yeniden açığa çıkarılıp genç işçi cinayetlerini kavramada ve politika yapmada layığıyla değerlendirilmelidir. Leninist devrimci politika yordamı işletilerek her iş cinayeti bir politik olay haline getirilebilmelidir. Çocuk işçi ölümleri üzerinden kıyamet kopartan ajitasyon, propaganda ve yaratıcı politik eylemlerle; her bir çocuk ve genç işçi cinayetini politik olay haline getirerek işçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğünün manivelası yapılabilir. Devrimci işçi özneleriyle devrimci gençliğin öncü bölüklerinin sınıf savaşımını birlikte omuzlayıp yükseltecekleri bu konuda hiç duraksamaksızın bir siyasal ve örgütsel politika inşa edilmeli ve derhal harekete geçilmelidir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 26 Ocak tarihli 152. sayı başyazısı.