Kapitalizmin dünyamızı, insanın olduğu kadar doğanın da aşırı sömürüsü üzerinden bir iklim kriziyle karşı karşıya getirmesine ek olarak, en ucuz ve hızlı yoldan gıda ürünlerinin üretimini sağlayarak insan sağlığını bozan, onun için elde edeceği kârın her şey olduğunu gösteren örneklerle her gün karşılaşıyoruz.
Bunun son örneği olarak 27 Şubat’ta Pestisit Eylem Ağı (PAN) Avrupa tarafından yayımlanan rapora göre, meyve ve sebzelerde izi sonsuza kadar sürülebilen zehirli kimyasal olarak bilinen PFAS madde kalıntılarının AB’de son 10 yılda üç kat arttığı belirtildi.
Gıdalardaki pestisit kalıntılarına ilişkin ulusal izleme programlarından elde edilen resmi verilere dayanan çalışma Avusturya, Belçika, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Hollanda ve İspanya’ya odaklanırken, diğer AB ülkelerine de atıfta bulunuyor.
Raporda yapılan değerlendirmeye göre, son on yılda PFAS kalıntıları gösteren biyolojik olmayan meyve ve sebzelerin sayısı meyveler için %220, sebzeler için %274 oranında artarken, en belirgin ortalama artış kayısı (+%333), şeftali (+%362) ve çilekte (+%534) görülmüş. AB’de üretilen yaz meyvelerinin daha yüksek PFAS seviyelerine sahip olduğu belirtilen çalışmada, çilek (%37’ye karşı %12), şeftali (%35’e karşı %11) ve kayısı (%31’e karşı %21) ile öne çıkmakta. Sebzelerde ise, Avrupa’da yetiştirilen sebzeler ortalama olarak meyvelerden daha az kirlenmiş olsa da hindibada %42, salatalıkta %30 ve biberde %27’lik bir kirlilik oranı tespit edilmiş. Rapora göre, Hollanda (%27), Belçika (%27), ardından Avusturya (%25), İspanya (%22) ve Portekiz (%21) en fazla PFAS içeren ürünlerin üretiminden sorumlular.
“Çalışmamız Avrupalı tüketicilerin meyve ve sebzelerdeki PFAS pestisit kokteyllerine kasıtlı, kronik ve yaygın bir şekilde maruz bırakıldığını ortaya koyuyor” diyen PAN Europe politika sorumlusu Salomé Roynel, pestisitlerdeki PFAS aktif maddelerin yanı sıra bu kimyasalların üretimi ve ihracatının da yasaklanması gerektiğini belirtiyor. Zira PFAS’ların en düşük dozajının bile insan sağlığı üzerindeki zehirli etkisi; endokrin sistemin bozulması, kanser riskleri ve doğmamış çocuklarda beyin hasarı vb. bilimsel olarak çoktan kanıtlanmış durumda.
Her ne kadar PAN Europe gibi kuruluşlar böylesi bilimsel araştırmalar yaparak duyarlılık geliştirmeye, fakat yine de sistem içinde kalarak politika değişimini elde etmeye çalışsa da, azami kâr üzerine kurulu kapitalist sistemin politika değişimine gitmeyeceği tarihsel olarak da su götürmez bir gerçek. Çok değil, daha kısa bir zaman önce dünyayı kasıp kavuran Covid-19 sürecinde tüm kapitalist ülkelerde yasadıklarımız bunun somut örnekleriyle dolu. İnsana değil, kâra bakan bir sistem olarak kapitalizm Covid-19 sürecinde de bir yandan işçi ve emekçileri ölüm pahasına sömürmeye devam ederken, kâra dayalı sağlık sistemlerinin de çöküşüne tanıklık ettik.
Bugün karşı karşıya olduğumuz gerçeği Marks şu çarpıcı sözlerle net bir biçimde ortaya koymuştu: “…Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur.”
Tüm bu gerçekler kapitalizme karşı tutarlı bir mücadeleyi; sosyalizm için mücadeleyi hayati kılıyor.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 1 Mart 2024 tarihli Avrupa Gündemi köşesi