“Yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
Boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla yaşamak”
Ölüm orucu eylemi ve hapishaneler direnişi, 2000’li yılların başında devrimci mücadele arayışında olanların tercilerini belirleyen en önemli politik gündemdi.
İbrahim’le bu yıllarda kesişti yollarımız. En çok da şehrin kalabalık eylemlerinin ölüm oruçlarıyla ilgili sloganlar atılırken sessizleştiği anlarda buluşuyorduk. O çoktan örgütlü mücadeleye dair tercihini yapmış, yolunu çizmişti. Bense adres arayışımı el yordamıyla şekillendirmeye çalışıyordum. En iddialı, en çok savaşan, en çok bedel ödemeyi göze alanları arıyor, araştırıyor, okuyor, anlamaya çalışıyordum. Tabi kendimi, yapabileceklerimi de bir yandan tartmaya bir yandan da zorlamaya çalışıyordum. İbrahim de ‘örgütlü insan örgütler’ düsturuyla hareket ediyor, benim ve ben gibi arayış içerisinde olan arkadaşlarımın tercihlerine etki etmeye çalışıyordu haliyle.
İstisnasız her devrimci gibi Grup Yorum’un şarkıları benim de devrim düşlerimin ilk katığı olmuştur. İlk kadın ölüm orucu şehidi Ayçe İdil Erkmen’in yaşamından, Zehra ve Canan’ın kısacık ömürleri ve tereddütsüz tercihlerinden çok etkilenmiştim. Sevgi Erdoğan’ın ölüm orucu eyleminin son günlerinde yaşama isteğine dair güçlü sözlerini kaç yüz defa dinlemişimdir anımsamam.
Nazım Hikmet’in yukarıdaki dizeleri; ölüm orucu eylemini salt hayatta kalmanın kutsallığıyla etik bulmayanların ve kişinin kendi yaşamını dolaysızca ortaya koyduğu bu eylem kararının örgütlü ve aynı zamanda gönüllü olarak alınabileceğini yok sayanların dilinde bir slogana dönüşmüştü. Bu dizelerin bağlamından koparılmasına izin vermemek adına bu şiiri, kasti olarak pek çok eylemde, etkinlikte daha çok okumaya başlamıştık. Yaşamın da ölümün de uğruna ölünecek, uğruna bir ömür verilecek değerlerden yoksun olduğunda bir anlamı olmadığını çoktan kavramıştık.
İbrahim’le, aynı kentte aynı üniversitede, farklı kampüslerdeydik. Ben solcu, demokrat öğrencilerin ve akademisyenlerin ağırlıkta olduğu Yunus Emre kampüsündeydim o da öğrencisinden idarecisine faşistlerin bol olduğu Porsuk Meslek Yüksek Okulu’nda. O zamanlar henüz enstrümanları bu kadar iyi çalamıyordu ama iyi dövüşüyordu, iyi kavga ediyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Küçük kentlerde öğrencilik yapanlar bilir. Antifaşist mücadelenin yasasıdır. Kavga öncesi bir gerilim havası sezilirse; hızlıca çağrılacak, çağrıldığında tereddütsüz koşacak üç beş kişi vardır. Hani kendini yanında sonsuz güvende hissedeceğiniz kadar sınanmış, dövüşür gibi yapmaya tenezzül etmeyecek kadar inançlı, çocukluğun sokak kavgalarında yetişmiş samimi kavga dostlarıdır. İşte, İbrahim de onlardandı.
Bir defasında faşistlerle tutuşulan bir kavgada, yeni yetme faşist bir genci yakalayınca üniversitenin ünlü faşistlerinden Alper’i tüm devlet katliamlarının sorumlusu yapacak kadar ajitasyonun dozunu kaçırmış; bu gencin ‘Ağbi yanlışın var, Alper kimseyi katletmedi’ sözüyle, iki yakası elinde olan genci bir yandan da gülmemeye çalışarak bırakıvermişti. Yıllarca tüm fakültelerin kantinlerinde, öğrenci evlerinde kahkahalarla anlatıldı bu hikaye.
Aradan geçen zamanda o da ben de kendi serüvenlerimizin peşinden gittik. Yıllar sonra yine bir ölüm orucu eylemi girizgahında buluştuk. Bu defa İbrahim eylemin tam içindeydi. Konser yasaklarının kaldırılması için devrimci bir sanatçı olarak girdiği açlık grevi eyleminin 200. günlerine yaklaşırken hapishanede ziyaret ettim İbrahim’i. Beni görünce hem sevinmiş hem de şaşırmıştı. Ama belli ki şaşkınlığı daha ağır basıyordu. Gerçi gizlememişti de şaşırdığını. Beklemiyor muydun diye sorduğumda açıkça beklemediğini söylemişti. Ben de onun bu şaşkınlığını yadırgadığımı söyleyiverdim. Eski arkadaşlardan konuştuk çokça. Tipik bir eski güzel günlere dizilen methiyelerle örülü bir sohbet değildi. Yitik bir kuşağın içinden çıkabilenler, örgütlü mücadelede ısrar edenler olarak sorumluluk duyduğumuz tabloyu anlama çabasıydı daha çok bizimkisi.
Benim için oldukça zor bir görüştü. Siyasal olarak isabetli bulmadığım bir eylemsellik sürecini, eylemin bizzat içinde olan biriyle tartışmanın, aslında tartışamamanın zorluğunu yaşadım. İradesine ve kararlılığına duyduğum saygı, eylemin meşruiyeti elbette tartışma dışıydı. İncitmeden sarılmaya çalıştım ve vedalaştık. Kısa bir süre sonra tahliye olması önemli bir kazanım olmuştu.
Helin’in uğurlamasında gördüğümde çok bitkindi ve daha fazla yormamak için yanına gitmemiştim. Acı ve kararlılıkla yüklü yüzünü unutmam mümkün değil. Kastettiğim acı, yüzlerce günlük açlığa dayanan bir bedenin acısından çok, aynı eylemin içindeki yoldaşını önce uğurlamanın dayanılması güç ağırlığıydı.
Ölüm orucu eylemine ara verilme kararı, Helin’in, Mustafa’nın ve İbrahim’in bedel ödeme kararlılıklarının somutlandığı ölüm orucu eylemi taleplerinin; İbrahim’i yeniden devrimci sanatıyla buluşturabileceğinin büyük coşkusuyla daha geniş toplumsal kesimlerce sahiplenilebilmesinin bir vesilesi olabileceği için önemliydi. Yaşadığımız buruk sevincin hemen ardından, İbrahim’in ölümsüzleştiği haberini almaksa oldukça sarsıcı oldu hepimiz için. Eylemin biçimini tartışanlar bir adım geriye çekilmiş, vicdanı güçlü öfkesi diri olanlar ileriye atılmıştı.
İbrahim’le kimi zaman aynı korteji, kimi zaman aynı halayı, aynı piknik sofrasını, kimi zaman da aynı çatıyı paylaştık. Tüm bu derin paylaşımlara rağmen onunla aynı siyasi-ideolojik çizgiyi tercih etmedim. Bunun, elbette bu vedalaşmanın sınırlarını aşan sayısız nedenleri var. Ancak bu durum, İbrahim’in, bir devrimci olarak şekillenişimdeki etkisi ve emeğini yadsımam anlamına gelmiyor. İster her devrimcinin kendi öyküsüne adım atarken buluştuklarının özel olması gibi diyelim, ister Küçük Prens kitabından alıntılayarak gönül bağı kurduğumuz her şeyden ölene kadar sorumlu olmamız gibi diyelim…
İbrahim, benim için hem güç aldığım hem de sorumluluk hissettiğim özel bir devrimci olmaya devam etti. Şimdi aradan neredeyse 20 yıla yakın bir zaman geçti. O beni, benim onu uzaktan izlediğim gibi izledi mi bilmiyorum. Ama ben sesini duyduğum, kararlılığını gördüğüm her anda içten bir gurur ve güven duygusuyla yürümeye devam ettim.
İbrahim şimdi sesini yarına taşıyacaklarla buluşmak için vasiyet ettiği gibi nice devrimcinin uğurlandığı Gazi’de.
Hatıraları, eylemi, bilinci ve düşleri bize emanet…
Sezin Uçar’ın ETHA’da 08.05.2020 tarihinde yayımlanan yazısı.
http://www.etha15.com/haberdetay/vedasi-agir-ugurlama-118205