Avrupa’da hemen her ülkede Kovid-19 virüsündeki artışlardan dolayı yeniden yasaklar, kısıtlamalar devreye sokuldu. Kısmi sokağa çıkma veya bir araya gelme yasaklarından restoran, bar, kafe, tiyatro, sinema, çocuk parkları vb. yerlerin kapatılması, açık ve kapalı alanlarda yapılacak toplantı ve miting, yürüyüş gibi faaliyetlerin engellenmesi virüsün yayılmasını önler mi?
Bu uygulamaların virüsü önleyemeyeceği açıktır. Tüm fabrikaların üretime devam ettiği, işçilerin toplu olarak işe gittiği ve bir arada çalıştığı, öğrencilerin okula devam ettiği koşullarda virüsün yayılması önlenemeyecektir.
Birçok işyerinde çalışanlar virüse yakalanmakta ve semptomları olsa da, testler yapılıp pozitif çıkıncaya kadar çalıştırılmaya devam edilmektedir. Testleri pozitif çıkanlar karantinaya çekilse de, birlikte çalıştıkları diğer işçiler çalıştırılmaya devam edilmekte ve işçilerin sağlığı tehlikeye atılmaktadır.
Örneğin Almanya’da Thyssenkrupp Steel (tkSE) metal fabrikasında geçen hafta Kovid-19’a yakalananların sayısı 4 günde 30’dan 95’e çıkmış, yani üçe katlanmış, ancak fabrika üretime devam etmekte. Metal dalındaki üretim çok mu zorunlu? Hayır. Bir işçinin virüse yakalanması demek, büyük olasılıkla bütün ailesinin de yakalanması demektir.
Devletler ve tekeller için insan sağlığı değil, daha fazla kâr esastır. Zira başta sağlık çalışanları olmak üzere, işçiler, emekçiler, yaşlılar ve kamplardaki mülteciler gerekli önlemler alınmadığı için virüsle baş başa bırakılmaktalar. Kâra dayalı kapitalist sağlık sisteminin halk sağlığını koruyamadığı daha pandeminin başında görüldü. Büyük tekellere trilyonlar aktaran iktidarlar, halkın sağlığını hiçe saymaya devam etmektedirler.
Getirilen kısıtlamaların ve yasakların işçileri, emekçileri ve küçük esnafı vurduğu açıktır. Büyük tekeller bir taraftan üretime devam ederken, diğer taraftan devlet tarafından açılan musluklardan yine milyarları kasaya aktarmaktadırlar. Ve ardından birinci dalgadan sonra görüldüğü gibi, binlerce işçiyi sokağa atmaktadırlar.
Tekellere milyarları aktaran devletler, işçi ve emekçilerin sağlığı için gerekli olan temel gıda maddelerini, hijyen malzemelerini bile ücretsiz vermemektedir. Birçok durumda işçiler, emekçiler testleri bile para ödeyerek yaptırabilmektedirler. Tekellere aktardıkları Korona paketlerinin yükünü sonradan yeni vergilerle, ek kesintilerle, ücretleri dondurarak veya düşürerek işçi ve emekçilerden çıkaracakları da açıktır.
Bir işçinin işe giderken ve toplu alanda 8-12 saat işte çalışırken maruz kaldığı riziko ile fiziksel mesafe ve maske kullanarak katılacağı bir mitingde veya toplantıda karşılaşacağı riziko aynı değildir. Ama iktidarlar, kendi sistemlerini güvenceye alma telaşı ile birincisinde ısrar ederken, ikincisinde insanların bir araya gelmesini engellemektedirler.
Böylesi bir süreçte devrimciler, sosyalistler ne yapmalı sorusunu tekrar sormak gerekmektedir. Burjuva iktidarların istediği gibi, sistemi ayakta tutmak için işe giderek ve sonra da gelip eve kapanarak, siyasi faaliyetlerimizi ve sosyal yaşamımızı askıya alıp kendimizi izole mi edeceğiz? Elbette ki hayır.
Elbette ki devrimciler için de virüse yakalanma riski var. Ancak devrimci mücadele nerede risk almadan yürütülebilir ki? Yoldaşlarımızın gerilla alanlarında, milis eylemlerinde, sokak çatışmalarında, hapishanelerde yürüttükleri mücadelenin bedelleri düşünüldüğünde, Avrupa’da virüse yakalanma riskinden dolayı mücadeleden geri durma gibi bir durum olamaz. Virüse karşı gerekli maske ve fiziksel mesafe kurallarına uyarak, kapitalist sistemi ve onun yarattığı krizleri, yoksulluğu, ırkçılığı, kadına yönelik şiddeti, gençliği geleceksiz kılan politikaları teşhir ederek, sokakta mücadelede ısrar edeceğiz.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 6 Kasım 2020 tarihli Perspektif köşesi