Avrupa Parlamentosu, bu kez de HDP’nin kapatılmasıyla ilgili bir açıklama yaparak Türkiye’deki gidişatı “endişeyle” izlediklerini duyurdu. Öte yandan Doğu Akdeniz’de artan saldırganlık nedeniyle AB’nin yürürlüğe sokmak istediği yaptırımların ABD Başkanı Biden tarafından önlendiği açığa çıktı.
Almanya Dışişleri Bakanı Maas, “Türkiye’de hem ışık, hem de gölge var. HDP’nin kapatılması davası ve İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararları yanlış adımlar. Doğu Akdeniz’de ise durum sakinleşti. Bu farklı sinyallerin geldiği Türkiye’yle diyaloğu sürdürüp konuları açık konuşmak istiyoruz.” tweeti attı.
2015’deki Saray darbesinden bu güne artan faşist devlet terörü ve işgalci saldırganlık karşısında AB’nin sadece“endişesi arttı”. Başka hiçbir şey yapmadı, eylemedi, TC’nin politik islamcı faşist rejimini, Erdoğan iktidarını tehlikeye sokacak her hangi bir girişimde bulunmadı. AP’nin, kimi fraksyonların veya sözcülerin AKP ve Erdoğan karşıtı, demokrasi mücadelesini destekleyen açıklamaları – demokrasi mücadelesi bakımından bir kazanım olsa da – gerçekten bir karşılığı yok. Zira AB’nin “bitmez tükenmez uyarıları”, “endişeleri” faşist şeflik rejimine güç veriyor, ona küresel meşruluk sağlıyor.
Peki uyarının yaptırıma dönüşünü kim engelliyor. Bizzat sermaye! Erdoğan her ne kadar halklar nezdinde teşhir olmuşsa da, AB ve ABD sermayesinin sıkı işbirlikçisi. Ona uygulanan mali yaptırım tekelci sermayeyi de etklileyecektir.
AP’nin süreklileşmiş uyarıları, endişeleri ve karar tasarıları, Avrupa halklarının faşist Tayyip Erdoğan rejimine karşı tepkilerinin bir “yumuşak” yansımasıdır. Amaç, hem Avrupa halklarının, hem de Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki demokrasi güçlerinin “tepkisini” konsolide etmek.
Hatırlansın! Doğu Akdeniz ve Libya’da kimi tavizler karşısında Garê işgal saldırısına onay veren bizzat Merkel değil miydi?
Erdoğan şefliğindeki AKP-MHP-Ergenekon koalisyonu emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma, çelişkilerden bölgesel mali ve politik, askeri avantajlar sağlamaya çalışsa da, nihayetinde AB ve ABD’yle uzlaşıyor. Tersi de geçerli. Tansiyon ne kadar yükselse de Merkel gibi biri herkesi “sağduyuya” çağırıp masaya oturtuyor. Gerçek olan şu ki, bunu yaptıklarında her zamankinden çok zorlanıyorlar. Çünkü içteki antifaşist mücadele ve işgal karşıtı küresel direniş cephesi Erdoğan’ın politik meşruluğunu ayaklarının altından çekip alıyor.
“Uyarının” veya “endişenin” hiçbir siyasi karşılığ yoktur. Tam tersi “her uyarı” veya “artan endişe” açıklamaları faşist şeflik rejiminin değirmenine su taşımaktadır.
Erdoğan şefliğindeki rejim faşisttir. Hitler faşizmine öykünmektedir. Türkiye’deki “demokrasiyle ilgili endişeli” olmak, bu gerçeği çarpıtmaktır. Heiko Maas diyalogdan bahsederken bir “faşistle diyalogdan” bahsediyor, Merkel Akdeniz’le ilgili Erdoğan’a güzellemeler yaparken karşısındakinin bir faşist olduğunu biliyor. Egemenler bakımından bu bir çelişki değil!
AB her şeyden önce bir mali entegrasyondur ve kendi çıkarları doğrultusunda faşistlerle işbirliği yapmak onun doğasına uygundur. Sorun, AB’den farklı beklentiler içinde olanlar nezdinde ortaya çıkar. Zira onlar için hayalkırıklıkları kaçınılmazdır.
Tabi ki egemenler cephesinde kırılmalar yaratmak, egemenlere bir “tutum” aldırmak destekleyici bir unsur olabilir. Bunun yolu burjuva politikaya umut bağlamaktan çok diğer halklarla ilişkileri güçlendirerek, farklı uluslardan işçileri ve ezilenleri Erdoğan rejimine karşı saflaştırarak başarılır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 26 Mart 2021 tarihli Avrupa Gündemi köşesi