Ve savaş başladı. ABD emperyalizminin rakip emperyalist kuvvetleri NATO üzerinden kuşatma girişimine, emperyalist Rusya Ukrayna’ya dönük işgal saldırısı başlatarak karşılık verdi. Her ne kadar savaş öncesi yaşanan çok yoğun karşılıklı manipülasyon, başlayan savaşla birlikte büyük bir psikolojik harbe dönüşse de, sosyalistlerin başından itibaren adını koyduğu gibi bu savaş, emperyalist rekabet ve hegemonya savaşıdır. Dolayısıyla, esasında Rusya-Ukrayna sahada çatışıyor görünse de, dolaylı ve örtük bir biçimde –ki uzaması durumunda direk çatışmaya dönüşme ihtimali de belirginleşmektedir- çatışan kuvvetler Rusya ve ABD-NATO’dur.
Emperyalist bloklardan ilki olan ABD öncülüğündeki transatlantik bloğu (ABD-NATO-AB), Putin’in Ukrayna’ya saldırarak savaşı başlatan taraf olduğu fikrini dünya kamuoyuna propaganda ederken, Rusya-Çin bloğu ise ABD ve NATO’nun rakip güçleri ekonomik ve askeri olarak kuşatma girişiminin asıl neden olduğunun propagandasını yapmaktadırlar.
Tüm bu emperyalist psikolojik harp eşliğinde dünya halkları ve ezilenleri, emperyalist kamplardan birisine yedeklenmeye çalışılıyor. Ve tablonun genel görünümü içerisinde 1. Bloğun söz konusu psikolojik harp üstünlüğünü ele geçirdiği görülüyor.
Oysa gerçek durum emperyalist rekabet ve hegemonya için yürütülen her savaşta esas kaybedenin işçi ve emekçiler olduğu; ölenin de, açlığa ve yoksulluğa mahkum edilenin de, yurdunu terk ederek göç yollarına düşenin de ezilenler olduğudur. Şu birkaç günlük işgal girişimi dahi, başta Ukrayna ve Rusya halkları olmak üzere, dünyanın belli ülkelerindeki işçi ve emekçilerin yaşamlarının sosyal, siyasal ve ekonomik olarak direk etkilendiğinin verileriyle dolu.
Savaşın kendisi emperyalist ikiyüzlülüğü, “kendine demokratlığı” birkaç gün geçmeden ele verdi. Emperyalist Rusya kendi gelişimi, yayılmacılığı önünde hiçbir engele takılmayacağını, kendi çıkarlarını savunmaktan, bunun için kan dökmekten geri durmayacağını, yeri geldiğinde nükleer silah kullanabileceğinin sinyallerini verdi. Bunun karşısında ABD öncülüğündeki batı emperyalizmi, öncesi bir yana, sanki eski Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de kan döken kendisi değilmiş; bugün Suudi Arabistan’ın Yemen’i yerle bir eden saldırılarında, Somali’de patlayan bombalarda, Afrika ülkelerinde ardı ardına yapılan askeri darbelerde vb. birinci derecede pay sahibi değilmiş gibi caka satıp, Ukrayna’nın egemenlik haklarına vurgu yapıp, “mazlumun dostu” kılıfına bürünüp, hiçte gizli olmayacak şekilde savaş kışkırtıcılığı yapmaya devam ediyor.
Avrupa’da bilumum tüm burjuvalar; burjuva liberaller, ırkçı-faşistler, ortayolcular, sosyal demokratlar, Hristiyan demokratlar, kimi ülkelerde yeşiller vb. akımlar ABD’nin savaş arabasına koşulmaktan ne kadar heveskar olduklarını, genel olarak emperyalist savaşlara hayır diyerek emperyalist Rusya’nın işgal girişimine ve ABD-AB ve NATO’nun saldırganlığına karşı duranlara kin kusarak meydanlarda ideolojik üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyorlar. Bugün Avrupa’nın dört bir yanında savaş karşıtı yapılan eylemlerde, dünyanın değişik bölgelerinde devam eden ABD-NATO saldırganlığına söz söylenmemesi, kimi yerlerde Ukrayna’ya askeri destek verilmesinin açıkça dillendirilmesi savaş karşıtı hareket içindeki burjuva etkiyi göstermektedir.
Sosyalistler savaş karşıtı hareket içerisinde yer alırken bu türden burjuva düşüncelere ve akımlara karşı da mutlaka pozisyon almalı; içi boş bir savaş karşıtlığı ve barış savunuculuğu yerine, savaşların asıl kaynağı olan emperyalist kapitalizmi hedeflemeyen bir barış severliğin yeni savaşların yolunu döşeyeceği gerçekliğini ısrarla izah etmelidirler. Tutarlı antiemperyalist çizgide ısrar ederek, Ukrayna’ya dönük savaşa karşı çıkarken, NATO’nun dağıtılması ve her ülkenin işçi sınıfının kendi burjuvalarının savaş kışkırtıcılığına karşı da mücadele görevi mutlaka hatırlatılmalıdır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 4 Mart 2022 tarihli Perspektif köşesi