Emperyalist bir birlik olan AB’nin ikinci büyük ekonomisini oluşturan Fransa’da 10 ve 24 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilecek iki turlu seçimler için yapılan tüm anketler, hiçbir adayın ilk turda gerekli çoğunluğu sağlayamayacağına işaret ediyor. Kendisine sol diyenlerden merkez sağa, oradan ırkçı partilere toplamda 12 adayın seçimlere katılmaya hak kazandığı Fransa’da, en güçlü aday olarak şuanki Cumhurbaşkanı Macron görünüyor. O’nu takiben ırkçı Le Pen gelmekte.
Her ne kadar kovid salgını döneminde işçi, emekçi düşmanı politikalar nedeniyle oy oranı erise de, Fransız egemen sınıflarının yine de Macron’la yola devam etmek istediklerine dair güçlü emareler var. Zira Fransa seçim sistemi ve yakın dönemin örnekleri göstermektedir ki, hiçbir adayın geçerli sayıya ulaşamadığı ilk turun ardından yapılan ikinci tur oylamalarda farklı siyasi partiler iki cephe halinde hareket etmekteler.
Fransa’da on yıllardır uygulanan kapitalist, sermaye yanlısı politikalar ve bu politikaların geniş işçi ve emekçilerde oluşturduğu tepkiyi farklı kanallara akıtmak adına göçmenlerin günah keçisi ilan edilmesi, kaçınılmaz olarak Le Pen gibi ırkçı partilerin oy artışına neden oluyor. Bu seçimde, sermaye grubunun bir kesimini temsilen ortaya çıkan ve Le Pen’den daha ırkçı söylemler kullanan Eric Zemour’la birlikte, Fransız sermaye kesimlerinin ana omurgasının yükselen ırkçı partileri işaret ederek, diğer partileri ikinci turda Macron etrafında direk veya dolaylı bir biçimde kenetlenmeye zorlayacaklardır.
Sol adına hareket ettiğini iddia eden partilerinse, Fransız egemenlerinin bugüne kadar işçi, emekçi düşmanı politikalar ve uygulamalarına karşı mücadeleci bir varlık göstermeyişleri; var olan saldırgan politikalar karşısında farklı ve ikna edici taleplerle ortaya çıkamayışı, işçi ve emekçilerde dikkat çekici bir desteği de görmemelerine yol açmakta. Gerçekte ise bu partiler, hem genel strateji hem de günlük politikalar bakımından gerçek bir alternatifi oluşturmamaları, Fransız sermaye gruplarından bağımsız hareket edememeleri, sınıf işbirlikçisi olarak konumlanmaları tutarlı bir sol-sosyalist muhalefetin ortaya çıkmasının da engelleyicisidirler.
Emperyalist Rusya’nın, ABD ve batılı emperyalistlerin Rusya’yı çevreleme hamleleri karşısında, kendi emperyalist çıkarları için Ukrayna’ya saldırdığı 24 Şubat tarihine kadar, esas olarak göçmenler, anti-terörizm, emeklilik yaşı, ABD’den bağımsız bir güç olarak AB ve Fransa’nın ilerlemesi gibi konular üzerinde geliştirilen seçim söylemleri, bu tarihten itibaren tamamen değişmiş ve Rusya’ya karşı alınacak tutum, ABD ve batılı güçlerin ortak hareketi, Ukraynalı göçmenler sorunu vb. konuları üzerine odaklanmış durumda. En “solda” duranın dahi bir yandan Rusya saldırısını kınarken diğer yandan NATO yayılmacılığının sonlanmasını dillendirmenin ötesine geçen bir tutumu yok. Savaşla birlikte derinleşen yoksullaşma ve zorlaşan yaşam koşulları karşısında işçi ve emekçilere en iyi haliyle birkaç yüz Euro artacak asgari ücret taahhüdünde bulunabiliyorlar.
Ne AB’nin, ne NATO’nun dağıtılması; ne servetlerine servet katan milyarderlere dokunma, ne de emeğiyle geçinenlere onurlu bir yaşam için gerekli asgari ücret var tüm partilerin gündemlerinde. Bu nedenle, önceki burjuva seçimlerinde olduğu gibi, bu seçimde de her aday (kendisine sol diyenlerin göstermelik ve kitleleri gerçekte oyalayıcı birkaç talebi hariç) esas olarak artan emperyalist rekabette, işçi düşmanlığı ve Fransız sermayesinin çıkarlarını en iyi kendisinin temsil edeceğinin propagandasını yapmaya çalışıyor.
Tüm bu nedenlerle tutarlı demokrat, sosyalist bir alternatifin olmadığı koşullarda, hiçbir burjuva, burjuva liberal adayın desteklenmemesi; ancak seçim sürecini işçi ve emekçileri aydınlatma, devrimci ve sosyalist mücadeleye çekme olanağı olarak değerlendirmek, devrimci politika ve pratiğin sorunu olarak önümüzde durmakta.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 8 Nisan 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi