Yakın dönemde iki ayrı gelişme önümüzdeki dönem cins çelişkisinin toplumsal mücadelelerde ne kadar belirleyici olacağını gösteren gelişmelerdi.
Birincisi; 22 yaşındaki Jine Mahsa’nın İran ahlak polislerince saçlarını şeriat kurallarına göre örtmediği gerekçesi ile işkence uygulanarak katledilmesi; ikinci gelişme ise; Jineoloji yazarı Nagihan Akarsel’in Türk MİT’i tarafından Irak istihbaratı işbirliği ile katledilmesi idi. Jina Mahsa’nın katledilmesinin tek bir coğrafyaya özgü olmadığını Süleymaniye’de katledilen Nagihan Akarsel cinayeti gösterdi. Bu katliam da bir kez daha öncü kadınların bütün diktatörlüklerin hedefinde olduğunu gösterdi.
İran’da Jina Mahsa’nın katledilmesi sonrasındaki eylemler ise sadece Kürtlerin yaşadığı kentlerde değil; İran’ın tamamına yayılarak sürdü. Kadınların başlattığı ve öncülük ettiği eylemler, İran rejimine öfke duyan tüm kesimleri harekete geçirdi. Günlerce “jin, jiyan, azadi” sloganı ile devam ederek bir halk ayaklanmasına döndü. Özellikle siyasi tutsakların yoğun bulunduğu Evin hapishanesinin hedef alınması, devlet binalarının işgal edilmesi, onlarca eylemcinin katledilmesine rağmen gösterilerin büyük bir kararlılıkla bir ayı aşkın bir zaman sürmesi çok önemliydi. Kürtler ve diğer halklar “Jin, Jiyan, Azadi” sloganı etrafında kaynaştı, kardeşleşti.
Dünyanın birçok ülkesinde de eylemler gerçekleşti. Jine Mahsa İranlı bir Kürt kadını şiddete karşı küresel isyanın adı, sembolü oldu. Ekim’de diasporadaki İranlı kadınların çağrısı ile de dünyanın önemli birçok merkezinde eylemler gerçekleştirildi.
İran’da ve dünyanın her yerindeki öfkenin esas nedeni İran molla rejimi tarafından kadın bedeninin hicap yasası ile kontrol altında tutulması ve buna karşı çıkan bir davranışın işkenceli bir ölümle cezalandırılması idi.
Kadının kendi bedenine dair karar hakkının olmaması, gerici molla rejiminin kadın bedeni üzerindeki bu tahakküm biçimi, erkek egemen karakterin en somut görünümü oldu. İsyana dönen öfkenin esas nedeni ise; erkek egemen yasaların kadın bedeni üzerinde kurduğu katı tahakküm ilişkisinin düzeyi idi. Bir kadın; Kürt, kadın ve ezilen sınıftan olduğu için katledilmişti.
Kadın özgürlük mücadelesi ile sınıf mücadelesinin iç içe geçmişliği, cins çelişkisi ile sınıf çelişkisinin biraradalığı Jina Amini’nin katledilmesi ile bir kez daha ispatlandı. 43 yıldır molla rejimi baskısı altında, inim inim inleyen, toplumsal yaşamda görmezden gelinen kadınlar, katliamın ardından “kadın, yaşam, özgürlük” sloganı etrafında birleşerek hesap sorma kararlılığı ile sokakları tutuşturdu.
Rojhilat’da başlayan ve kısa sürede tüm İran’a yayılan kadın isyanı, diğer toplumsal kesimleri de etkisi altına alarak, toplumsal özgürlük isyanına dönüştü. Her yerde, “jin jiyan azadi” ve “diktatöre ölüm” sloganları haykırıldı. Kadınlar baş örtülerini yaktı, sonu ölüm de olsa diktatörün ve korkunun üzerine üzerine yürüdü. Nitekim bir ayı aşkın bir zaman devam eden gösterilerde 200’ün üzerinde eylemci öldürüldü. Kadınlar bu mücadeleye öncülük ederek toplumu saflaştırdı. Bir yanda gerici molla rejiminin yanında olanlar; diğer yanda ise onur ve özgürlük için sokağa çıkanlar olmak üzere toplum saflaştı. Cins çelişkisinin aynı zamanda toplumu ilerici ve gerici mevzide ayrıştıran bir turnusol olduğunu gösterdi.
Jina Mahsa sadece Kürt olduğu için değil; aynı zamanda ezilen bir kadın olduğu için ve erkek egemen molla rejimi kadınlara karşı da bir ölüm makinası gibi işlediği için öldürüldü. Dolayısı ile molla rejiminin erkek egemen karakterini görmemek giderek daha fazla keskinleşen cins çelişkisini de görmemek anlamına gelir. Başka bir ifade ile sınıfsal, ulusal ve cinsel çelişkinin iç içeliği ona karşı mücadelenin de iç içe olması gerektiğini gösterdi. Bunu görmemek, yok saymaksa erkek egemenliğine karşı kadın cinsinin özgürleşme mücadelesinde bizi silahsızlandırır.
Bazı kentlerde gösteriler sürse de Faşist molla rejimi onlarca kişiyi katlederek, yüzlercesini yaralayarak, binlercesini tutuklayarak halk ayaklanmasını bastırdı. Güçlü bir önderlik veya örgütlülükten yoksun bu kendiliğindenci hareketin molla rejiminin baskı ve şiddet ile bastırmasında şaşırılacak bir şey yok. Türkiye ve Kürdistan’da da Gezi isyanında benzer deneyim yaşandı.
İran’da yaşanan son isyan, tüm dünya devrimci ve komünist hareketine net bir mesaj verdi. Cins özgürlükçü taleplere sırtını dönen, bu talepler için mücadeleyi devrim sonrasına erteleyen, hareket ve örgütler çoktan devrime sırtını dönmüş demektir. Bu nedenle Jina Amini isyanı, 21. yüzyılda ‘nasıl bir devrim’ sorusunun yanıtını içinde barındırmaktadır. Günümüz dünyasında, Kadın Devrimi’ni içermeyen bir toplumsal devrim asla zafere ulaşamayacaktır.
İran isyanının külleri soğumadan iki kahraman kadının eylem haberi düştü medyaya. Mersin’in Mezitli ilçesi Polis Evine fedaice baskın yapan iki kadın gerillanın eylem haberi yayımlandı haber bültenlerinde. Fedaice gerçekleştirdikleri baskın eylemleriyle, topluma o kadar net bir mesaj verdiler ki, faşist saray rejimi baskısı altında, korkutulup, sindirilen ve bir kenara çekilen başta Kürt halkı olmak üzere, ezilen tüm kesimlere; ”korkmayın, kaldırın başınızı, bu havalarda hesap sorarak direnenler de var” dediler eylemleriyle. Yine İzmir Dikili’de “kentlerde silahlı eylemler gerçekleştirdikleri” iddiası ile işkencelerden geçirilerek tutuklanan komünist kadınların haberleri düştü haber ajanslarına.
Bunca baskıya rağmen kadın devrimcilerin en önde ve her türlü bedeli göze alarak yürümesi kadınların aynı zamanda muazzam bir savaşma iradesi geliştirerek toplumsal mücadelelerin ilerletilmesinde öncülük yaptıklarının göstergesi oldu.
Şimdi biz sosyalist kadınlara düşen ise; onların ayak izlerine basarak dünyanın neresinde olursa olsun, dozu ve biçimi değişse de yaşadığımız şiddetin nedeninin erkek egemen düzenin ta kendisi olduğu ve ona karşı mücadelenin zorunluluğu bilincini milyonlarca kadına ulaştırmaktır.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 28 Ekim 2022 tarihli Sosyalist Kadın köşesi