Boris Johnson’dan sonra Birleşik Krallık başbakanı seçilmesinden sadece 1,5 ay sonra istifa etmek zorunda kalan Liz Truss, ülke tarihinin en az görevde kalan başbakanı olarak tarihe geçti. Böylelikle kamuoyunun “marul mu daha çok dayanacak, Liz Truss mı?” diye alaya alarak sorular sorduğu yarışı “demir lady” bozuntusu Truss kaybetmiş, marul kazanmış oldu. Sermayedarların ümitlenmediği Truss, kendi partisi Muhafazakârların da güvenini kaybederek geri çekildi. Böylelikle iktidardaki Muhafazakâr Parti son genel seçimden günümüze dört başbakan eskitmiş oldu. Eskitilen kabine üyeleri ve bakanların sayısı ise insan yoruyor.
Şüphesiz ki bunca başbakan eskitmenin altında yatan gerçek neden İngiliz emperyalizminin içinde bulunduğu ve derinleşen emperyalist rekabetten dolayı geniş işçi ve emekçilere nefes alacak alan yaratamaması/yaratmamasıdır. Truss ve kendinden öncekilerin uyguladığı açık sermaye yanlısı politikaların “businessman”lerin kasalarını doldurmasına rağmen, artan vergiler, özelleştirmeler, günlük zamanlar ve durdurulamaz biçimde artan enflasyon nedeniyle her gün biraz daha yoksullaşan işçi ve emekçiler nezdinde güven kaybetmeleridir.
Yoksullaşmanın roket hızıyla büyüdüğü bir süreçte geniş kitlelerin güvenini yitirmiş bir burjuva politikacının ya da partinin, işçi ve emekçilerde biriken basıncı kontrol edilebilir bir düzeyde tutamayacağı tarihsel deneyimine sahip İngiliz burjuvazisi, çözümü başbakan eskitmekte arıyor.
Yeni bir seçim ise bugün kü koşullarda, Muhafazakârlardan daha etkili bir biçimde politikalarını uygulayacak alternatif bir seçeneğin olmaması, ya da seçenekler arası farklılık aralığının silikleşmesi nedeniyle -sendikaların, kitle örgütlerinin açık taleplerine rağmen- burjuvazi tarafından bugün için tercih edilen bir seçenek değil. Aslında bu durum Cameron’dan günümüze böyle. Her güvenoyu yitimi sonrası aynı partiden bir başka başbakan seçmek temel davranış biçimi oldu. Bu durum tabi ki sadece Muhafazakârların iktidarda kalmak istemesiyle açıklanamaz, burada söz konusu olan burjuvazinin de artık seçeneksiz kaldığıdır.
Bu somut durum bize burjuva demokrasisinin nasıl bir demokrasi olduğunu aslında açık bir biçimde gösteriyor. Dün Sovyet sistemine ve halk demokrasilerine, bugün de Küba, Venezuella gibi demokratik halkçı yönetimlere “tek partililik” üzerinden ideolojik saldırı düzenleyenlerin demokrasicilik maskesi, halk desteğinin alabildiğine düştüğü, Muhafazakârların hâlâ hükümette olmaya devam ettiği Birleşik Krallıkla bir kez daha düşmüş oluyor.
Liz gitti, Sunak geldi!
Truss sonrası boşalan koltuğa Hint kökenli Rishi Sunak getirildi. O da Truss gibi bir ilki başardı ve ilk kez göçmen kökenli birisi Birleşik Krallığın başbakan koltuğuna oturmuş oldu.
Daha önce Johnson kabinesinde ekonomi bakanlığı yapmış olan Sunak’ın bu koltuğa gelmesinde, tabi ki göçmen kökenli olması değil, tam tersine Birleşik Krallığın sayılı zenginleri arasında olması temel rol oynamıştır. İşçi ve emekçilerin sömürüsüne farklı tenden ama sınıfsal olarak aynı kökenden bir figürle yola devam etmek istiyor İngiliz sermayesi.
Sunak için ise durum şu: Bir yandan hak kesintilerinden en küçük bir yavaşlamaya izin vermeden yola devam etmek istiyor, diğer yandan büyük bir meşruiyet sorunu, parti içi kriz ve büyüyen işçi ve emekçi direnişiyle de baş etmek zorunda. Bu nedenle kısa bir zaman sonra Sunak da o koltuğu boşaltırsa hiç şaşırmayız. Soru sormaya devam edelim: “Marul mu daha çok dayanacak, Sunak mı?”
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 28 Ekim 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi