Örgütlenme, komünistler bakımından her dönem temel bir sorun olarak varlığını korudu. Derinleşen krizler yumağında egemenler bir yandan kendi örgütlenmesini her düzeyde geliştirirken, diğer yandan da yegane alternatifi olan işçi sınıfı ve ezilenleri örgütsüz kılmak için her türlü saldırıyı mubah gördü, görüyor. İşçi sınıfı ve ezilenlerin temsilcilerine karşı katliamları ve zindanları devreye sokarken, halk kitlelerini de kendisine biat etmiş çeşitli sosyal, siyasal, mesleki vb. örgütlenmelerde örgütlenmeye teşvik ediyor. Öyle ki her siyasal tondan ve renkten; kırmızısından yeşiline, sarısından mavisine partileri, sendikaları, kurumları devreye koyarak, onların gerçek kurum ve siyasal yapılarda örgütlenmelerinin önünü almaya çalışıyor.
Egemen burjuva sınıfların korkularının temeli, ortaya çıkacak kendilerinden bağımsız örgütlenmelerin yaratacağı tehlikenin büyüklüğüdür. Zira savuna geldikleri sistemin kendi bekaları için baştan aşağıya sömürü ve eşitsizliğe dayandığını ve bunun toplumsal yaşamda bir karşılığının olacağını çok iyi biliyorlar. Dünyanın her yerinde burjuvazinin çeşitli görünümler altında bugün geliştirdiği saldırıları da böyle okumak gerekiyor. Zira hiçbiri amaçsız yürütülmüyor.
Peki, karşı tarafta, yani bizim cephemizde örgütlenme sorunu bakımından durum ne? Bu sorunu dünyanın diğer coğrafyalarını bir yana bırakıp, biz Marksist Leninistlerin yaşadığı ve çalışma yürüttüğü Avrupa’ya, kısacası kendi pratiğimize indirgediğimizde nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz?
Öncelikle bu yazıyı okuyan her bir birey durumun hiç de açıcı olmadığına katılacaktır. İyi değil diyoruz, çünkü konjonktörel gelişmeler, burjuvazinin işçi ve emekçilere karşı geliştirdiği saldırıların boyutu öyle bir noktada ki, ezilenler arasındaki hoşnutsuzluk ve kendiliğindenci eylemler yüksek oranda sokak gösterileri, grevler, sokak çatışmaları, işyeri işgalleri tarzında şu veya bu sorun üzerinde sürekli olarak büyüyor ve gündeme geliyor. Kendisine bir su yatağı bulamadığı durumlarda da sosyal, kültürel, siyasal vb. bakımlardan toplumsal bir çürüme ve yok oluşla birlikte, derin bir memnuniyetsizlik yaşıyor. Bunu Avrupa’nın tüm ülkelerindeki yerli halkta görebileceğimiz gibi, çalışmalarımızın esas hedeflerinden biri olan göçmenlerde de görmek pekala mümkün.
Koşullar ve gelişmeler alternatif yaşam tasavvuru taşıyanlar için bu kadar geniş olanaklar sunarken, durumun bunun tam tersi olması şüphesiz ki bir tezatlık oluşturuyor. Bu durum komünistlerin dönüp örgütlenme sorununu gerçekten ne kadar kavradığına, mücadelemizin zaferi açısından bu kadar hayati öneme sahip bu durum karşısında alınan kararlara değil, sergilenilen pratiğe bakmayı gerekli kılıyor.
Bu açıdan özellikle alanlarda kitlelerle ilişki düzeyimize, yayın ve kurumlarımız gibi onlarla bağ kurmanın dolaysız araçlarının işletim biçimlerine, bu konularda alınan kararların hayata geçirilişindeki iradeleşme kapasitesine vb. bakmak mutlaka gerekli. Bu temelde yüzeysel yaklaşım ve emek harcamadan bir şeylerin olacağını düşünmekten artık vazgeçmek gerekiyor. Örgütlenmeye, kitlelere gitmeye, onları değişik araçlarımızda ögütlemeye dönük kafalarımızda var olan önyargılardan, korkulardan artık sıyrılıp çıkmak gerekiyor. Ve artık kağıt üzerinde kalan, suya yazılan kararlardan değil, bu kararların uygulanması esnasında ortaya çıkan sorun ve sıkıntılardan konuşmak gerekiyor.
Yeni dönemi kitle bağlarını güçlendirmeye, örgütlenme ağlarını genişletmeye adayalım. Bunun için gerekli olan biraz daha düşüncede yoğunlaşma ve biraz daha emek ve çaba harcamak. Ve tabii ki başarmaya dönük azim ve inanç. Buda bizde var.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 4 Ağustos 2023 tarihli Perspektif köşesi