Özgür Yorum programında Türkiye ve dünyada tasfiyecilik saldırılarını ve MLKP’nin 7. Kongresinin tasfiyecilikle mücadele bakımından geldiği anlamı değerlendiren MT Dergisi yazarı İbrahim Çiçek, devletin MLKP’yi tasfiye etmeyi hedeflediğini ve bunu da açık dile getirdiğini hatırlattı. MLKP’nin 7. Kongresinin devlete, “buradayım ve sana meydan okuyorum” dediğini kaydeden Çiçek, tüm devrimci örgütlere de tasfiyeciliğe karşı mücadele çağrısı yaptığını belirtti.
Dünya çapında tasfiyecilik etkisini gösteriyor. Devrimci hareketlere yönelik faşist ve sömürgeci devletlerin baskısının yanı sıra illegal ve silahlı mücadeleden uzaklaşma, yok sayılma; kitleleri parlamento mücadelesi etrafında örgütleme eğilimi yaygınlaşıyor. Tüm bu koşullar altında devrimci ve silahlı mücadelenin meşruluğundan vazgeçmeyen devrimci örgütler saldırılara direniyor. Devrimci hareketlerin içinde çıkan tasfiyecilik ve faşist devletin tasfiye saldırıları koşullarında Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) 7. Kongresini topladı.
Marksist Teori Dergisi yazarı İbrahim Çiçek, Türkiye’de devrimci hareketlerin “tasfiye süreçleri”ni ve mücadele yöntemlerini Özgür Yorum’da Arzu Demir’e değerlendirdi. Tasfiyeciliğin mücadele anlayışı ve tarzına nasıl yansıdığını, MLKP’nin 7. Kongresinin tasfiyeciliğe karşı mücadelede anlamını, Kongrenin işaret ettiği yasal devrimciliği yorumlayan Çiçek, 7. Kongresini toplayan MLKP’nin faşist Türk devletine “buradayım ve sana meydan okuyorum” dediğini aynı zamanda da tüm devrimci örgütlere tasfiyecilik saldırılarına karşı mücadele çağrısı yaptığını kaydetti.
MT Dergisi yazarı İbrahim Çiçek’in gazeteci Arzu Demir’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
LENİN TASFİYECİLİKLE MÜCADELENİN TEORİSİNİ YAPAN ÖNDERLERİMİZDEN
Öncelikle tasfiyecilik üzerine konuşalım. Dünya komünist hareketinin tarihinde tasfiyecilik kavramı nerede duruyor?
Lenin’in ölümünün 100. yıldönümünde ocak ayında şehit düşen devrimcileri; Türkiye ve Kürdistan devrimcilerini saygıyla anıyorum. Lenin’ anıyorum çünkü Lenin tasfiyecilikle mücadele teorisini yapan devrimci önderlerimizdendir. Dolayısıyla dünya komünist hareketiyle ilgili sorduğun için ölümünün 100. yılında “dünyaya Lenin’den bakmak” kavramı da düşündüğümüzde önem taşıyor.
TASFİYECİLİK DEVRİMCİ HAREKETİN SAFLARINDAN ÇIKMIŞ BİR DURUM
Öncelikle iki şeyi birbirinden ayırmamız lazım. Türkiye’de devletin yürüttüğü tasfiyeci saldırılar, ikincisi bu tasfiyeci saldırıların bir sonucu-etkisi olarak devrimci saflarda ortaya çıkan tasfiyecilik. Tasfiyecilik aslında içeriden devrimci hareketin saflarından çıkmış bir durum. Tasfiyeci saldırıyı ise zaten devlet yürütüyor.
1905’de Rusya’da Çarlığa karşı işçi sınıfı-köylülük ayaklandı ve demokratik devrim zorlamasına giriştiler. Moskova ayaklanması oldu. St. Petersburg’da Sovyetler kuruldu. Sonra 1906-1907’de bu devrim yenilgiye uğradı. Ardından gerek Bolşeviklerin gerekse Menşeviklerin saflarında bu yenilgi koşulları altında yani Çarlık zulmünün, polis-istihbarat terörünün ayyuka çıktığı koşullar altında Bolşevik Parti saflarında önemli sapmalar açığa çıktı. Menşeviklerin saflarında da çıktı bunlar öncü partinin, illegal devrimci örgütün varlığını, devrimci partinin programını reddeden sağcı bir eğilimdi.
Bolşevik parti saflarında çıkan ise daha çok açık-legal mücadele imkanlarını reddeden, partinin sırf illegal olmasını, illegale hapsolmasını isteyen sol tasfiyeci eğilimdi. Lenin tabii bu iki eğilimle de mücadele etti. Lenin’in en önemli eserlerinden -hatta felsefi alanında en önemli eseri olan- Marksizm ve Ampriokritisizm’i tam olarak bu tasfiyecilikle mücadelesi ve onun en önemli düşünürleriyle mücadele koşulları altında yazdı. Tabii Bolşevik Partisi gerek işçi sınıfıyla bağlarını gerekse devrimci çizgisini tasfiyecilikle mücadele içerisinde koruyabildi. Hatta şöyle bir örnek vereyim; Bolşevik Partisi içinden çıkan otsovistler, ultimatomcular yani kuyrukcular ki içlerinde Gorki’de vardı. İçerisinde Rus devrimci hareketi içinden çok önemli isimler de vardı. Lenin bunlarla ayrıca da mücadele etti; öncü parti varlığını, gelişimini sürdürdü.
LENİN TASFİYECİLİĞİ ANALİZ ETTİ
Rusya’da gördüğümüz neydi? Stolphin gericiliği dönemiydi, Rus Çarlığı devrimci hareket üzerinde terör estiriyordu. Devrimci saflardan büyük bir kaçış vardı. Fiziki kaçıştan, fiziki terörden bahsediyorum. Bir günde Sibirya’ya yüzlerce, binlerce, onbinlerce sürgü, Avrupa’ya kaçışlar yaşandı. Bu koşullar altında, saflarda bu baskının bir sonucu olarak yani Çarlık rejiminin-çarlık devletinin estirdiği terörün sonucu olarak Bolşevik-Menşeviklerin saflarında “yeni” düşünceler yani tasfiyeci dediğimiz düşünceler açığa çıktı. Bir taraftan sağ ya da sol tasfiyeci düşünceler bir taraftan devletin baskısı devrimci hareketi kuşatma altına alıyordu. Yani bir yandan Çarlığın yok etme-tasfiye saldırısıyla, içeriden de tasfiyeci görüşler hem örgütsel hem siyasi hem de ideolojik alanda açığa çıktı ve Lenin tasfiye/tasfiyecilik kavramını analiz etti ve dünya devrimci hareketinde tasfiye kavramı yerleşti, günümüze kadar da sürdü.
MLKP 7. KONGRESİ BİR SÜRECİ ANALİZ EDİYOR
Tasfiyecilikten bahsettiniz, MLKP 7. Kongre açıklamasına da buna vurgu yapıyor. MLKP’nin 7. Kongresinde ısrarla altını çizdiği bu tasfiyecilik bugün devrimci hareket bakımından ne anlama geliyor? Nasıl bir tehlike var devrimci hareketin önünde?
MLKP’nin 7. Kongresi görebildiğim kadarıyla 6. Kongresinden bugüne kadar süreci -dahası da 2015’den bugüne kadar- analiz ediyor. 2015’in özellikleri var. Haziran seçimleri gibi büyük başarılar, hemen onun arkasından saray cuntasının yaptığı ve başlattığı savaş var. 20 Temmuz’da Suruç’da Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) devrimci eylemine yönelik saldırı var, devrimci yoldaşların, devrimci siper yoldaşların onlarca devrimcinin hayatına son verdiler. 24 Temmuzu hatırlıyorsunuz. Medya savunma alanlarına yönelik savaş başlatıldı. Daha sonra da özyönetim direnişlerine saldırıldı. Ankara’da 10 Ekim katliamı gerçekleşti. 2015 yeni bir sürecin başlangıcı oldu.
Bu sürecin birinci en belirgin temel özelliği faşist şeflik rejimi dediğimiz sürecin kuruluşunun dönemeç noktası olmasıdır. Biraz tarihi hatırlayacak olursa iktidar ittifaklarının yenilendiğini gördük. AKP ile cemaat arasındaki ittifak bozuldu. AKP-MHP arasında yeni bir ittifak doğdu. AKP ile Ergenekoncular, İP arasında yeni ittifaklar doğdu ve devrimci harekete karşı çok kapsamlı bir savaş başlatıldı. Başlangıçta 2016/2017’ye kadar faşist şeflik rejiminin kurucu terörü olarak ortaya çıktı. 2014’de bir çöktürme planı yapmışlardı ve Kürt ulusal demokratik hareketi ile görüşmeler ve bir anlaşma metninin reddedilmesi sonrası büyük bir tasfiyeci saldırıya girişeceklerini ilan etmişlerdi. Özetle, 2015’den başlayan süreç başta komünist hareketi, devrimci hareketi tasfiye etmeyi öngörüyordu. Diğer yandan da Kürdistan özgürlük gerillasını tasfiye etmeyi, PKK’yi yok etmeyi, Kürt halkının demokratik devrimci iradesini kırmayı, Rojava devrimini yenilgiye uğratmayı vb amaçlıyordu.
DEVRİMCİ ÖRGÜTLERE YÖNELİK TERÖR SALDIRISI BAŞLATILDI
Dolayısıyla böyle bir süreç başladı. Terör süreci çok kapsamlı şekilde yıllara yayıldı. Ve bu terör süreci içersinde bir yandan devrimci örgütlerin kitlelerle ilişkisi koparılmaya, bir yandan da devrimci örgütlerin siyasi ve örgütsel çalışma alanları daraltılmaya çalışıldı. Devrimci örgütlere yöneltilen tutuklama, gözaltı terörüyle, işkence ile yani kadroların ve örgütlerin fiziki tasfiyesi ile daha ileri bir noktaya giderek de suikastler; devrimci önderlere yönelik suikastler yürürlüğe sokuldu ve burada PKK’nin önder kadrolarına yönelik suikastleri hatırlıyoruz. Baran Serhat (Bayram Namaz) yoldaşa yönelik suikasti, daha geçen sene Zeki (Gürbüz) ve Özgür (Namoğlu) yoldaşa yönelik suikastleri, Osman (Nuri Ocaklı) yoldaşa yönelik suikasti hatırlıyoruz. Türkiye devrimci hareketinin kadrolarının bu tehlike ile karşı karşıya yani sürece yayılmış kapsamlı ve sistematik bir yok etme saldırısı aynı zamanda devrimci hareketin kitlelerle bağını sınırlandırmayı, onları örgütsel siyasi bakımdan daraltmayı dayatıyor ve bu yönde sonuçlar da üretiyor.
EMEKÇİ SOL HAREKETİN SAFLARINDA YASALCILIK, PARLAMENTARİZM GELİŞİYOR
Hiç başarılı olmadı diyemiz. Ama karşılarında devrimcilerin bir direnişi var tabii ki. Faşist terör baskısı ve psikolojik savaşla birleşmiş bu durum devrimci örgütlerin saflarında duygu ve düşüncelerinde, her şeyden önce kitlelerin saflarında etki yaratıyor. 10 Ekim katliamından sonra açığa çıktı diyebiliriz devlet bir terör, korku iklimi oluşturdu bu korku iklimi nedeniyle kitlelerde geriye çekiliş oldu. Özellikle binler, onbinler halinde sokağa çıkmaktan bir geri çekiliş oldu. Çünkü bu kitle katliamı doğrudan doğruya kitlelere yönelikti. Kitleleri caydırmak, geriye itmek amaçlıydı. Kitleler geriye doğru itilince tabii ki kitleler ile devrimci örgütler, devrimci öncüler arasındaki ilişkiler sorunlu hale geldi. Bunu en çarpıcı şekilde yurtsever harekette görebiliriz çünkü nicelik bakımdan büyüklüğü ve bütün süreçlerde özgürlük mücadelesinde oynadığı rol nedeniyle daha net görünüyor. Mesela küçük bir örgütün kitlelerle mücadelesinde tuttuğu bir ağırlık yok. Onun üzerinden bu konuyu tartışamaz, deneyimleyemezsiniz. PKK gibi çok gelişkin büyük bir örgütün siyasi gücü açısından değerlendirebilirsiniz. Ya da devrimci hareket açısından MLKP olabilir. MLKP gerçekliği açısından bunu ölçebilirsiniz. Dolayısıyla bu konunun MLKP’nin 7. Kongrede gündemine bu kadar ağırlık olarak gelmesi bizzat devrimci hareketin yaşadığı süreçten -muhakkak kendi yaşadığı süreçten- bu gerçekliği, tehlikeyi görmesiyle ilgilidir. Çıplak bir gözle görülüyor ki batıda, Türkiye’de illegal örgütlenme, illegal mücadele ve yöntemleri, illegal örgütün varlığı, onun ayakta tutulması, duygusu devrimci hareketin saflarında zayıflıyor. Özellikle emekçi sol hareketin saflarında yasalcılık, legalizm, parlamentarizm gelişiyor.
TÜM BU SALDIRILAR AKTİF SAVUNMAYLA PÜSKÜRTÜLEBİLİRDİ
2015’ten bu yana derinleşirsek, devrimci örgütlerin mücadele tarzında, anlayışında neler oldu? Öncü parti yerine sendikayı, kooperatifi ikame etme tartışmalarını emekçi sol harekette görüyoruz. Dolayısıyla kitlelerde yılgınlık, geriye çekilme, düşüş tamam ama biraz da öncü güçler bakımından bu konuyu tartışalım istiyorum.
Siyasi görüş açısı etkilenmesi ve pratik politikada karşımıza çıkıyor bu durum. Birinci soru şu, böylesi tarihsel ve kapsamlı bir saldırı karşısında devrimci örgütler, hareketler ne yapmalıydı? Tarihsel direniş yapmalıydı. Türkiye ve Kürdistan koşulları altında dünya komünist hareketin mücadele tarihinin ortaya çıkardığı taktik konseptlerden biri olarak aktif savunma ile saldırı göğüslenebilirdi. Kuşkusuz ki aktif savunma, bütün mücadele biçimlerinin kendi konseptinde ele alan bir mücadele fakat devrimci örgütlerin büyük çoğunluğu ve hareket aktif savunmaya yönelmedi.
SİLAHLI VE İLLEGAL MÜCADELENİN REDDEDİLMESİ GİBİ BİR YANI VAR
Büyük bölümü pasif savunmaya yöneldi. Pasif savunma derken de bekleme, yani bugünlerin geçmesini, terör dalgasının geçmesini bekleme. Fakat bu herhangi bir dönemde ortaya çıkan kendiliğinden gidecek bir terör değildi. Ancak direnişle püskürtülebilirdi. Tabii bu karşı koyuşun bir tarafı kitle mücadelesi, bu hiç bir şekilde ihmal edilemez, önemsizleştirilimez, hayati noktadır. Hatta devrimle karşı devrim arasında, kitleleri kimin kazanacağı temel konudur. Şu anda da bu mücadele böyle sürmektedir. Ama öbür yanı açık mücadele mevzilerine devlet öyle bir saldırıyor, yükleniyor ki bu koşullar altında illegal mücadele, illegal çalışma, değişik şiddete dayalı mücadele biçimleri çok daha önemli hale geliyor. Yani milis-gerilla mücadelesi; kırdaki-kentteki direniş daha önemli hale geliyor. Faşizme karşı mücadele bütün yöntemlerle yürür, meşrudur; meşruiyeti tartışılmaz. Ama karşımıza şöyle bir şey çıktı Mersin ve Ankara eylemlerinde. “Silahlı mücadele çağı geçmiş, zamanı geçmiş, nereden çıktı, provokasyondur” söylemleri yığıldı. Aralığın sonunda Zap’ta ve Metina’da gerilla işgalcilere karşı kapsamlı bir harekat yaptı, Türkiye’de ne tartışıldı; seçimler geliyor bu provokasyon. 7 Ekim’de Filistin’in İsrail’e karşı direnişini düşünün, provokasyon dediler. Silahli mücadelenin, illegal mücadele biçimlerinin reddedilmesi gibi bir yanı da var.
KOMÜNİST ÖNCÜNÜN YERİNE GEÇMEYE ÇALIŞAN SENDİKAL ÖRGÜTLER VAR
Örgütsel açıdan da bazı şeylere değinmek istiyorum. Türkiye’de mücadeleci sendikalar var. Bunlar proletarya partisinin, öncü partinin gereksiz olduğunu, kendileri gibi sendikal örgütlenmelerin bu işleri yapabileceğini; siyasi, sınıf, iktidar mücadelesine önderlik edebileceğini söylüyorlar. Tabii ki anarko sendikalist hareketler de var ama açığa çıkan bugünkü koşullarda şekillenmiş bir şey olarak karşımıza çıkıyor. Onlar için ücret mücadelesi çok önemli sendikal haklar için mücadele çok önemli ama Kürt ulusunun özgürlüğü için mücadele etmek o kadar önemli değil, faşist diktatörlüğün yıkılması mücadelesi o kadar da önemli değil, ihmal edilebilir. Yani kısmi talepler için mücadeleye evet ama iktidar mücadelesine, politik özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesine, devrimci demokratik bir programın temel talepleri için mücadele edilmesine hayır. Niye hayır? Çünkü işçiler bunu anlamazlar. Çünkü işçiler buna gelemezler. Çünkü işçiler ancak çorba ile ilgilenirler, patatesle ilgilenirler, ücretle ilgilenirler. Daha fazlasıyla ilgilenemezler. Ya da 2000’lerin başında da vardı daha sonra geliştirildi; kooperatifçilik, üretim ve tüketim kooperatifçiliği kurmak ve bunlarla kitlelere gitmek. Kitlelere gitmek olarak gösteriliyor ama bir mücadele örgütünün yerine böyle bir kitle örgütünü, sendikanın yerine geçirilmesi oluyor. Dolayısıyla öncü bir örgüt fikri, eylemi de görünüyor. Gördük 2000’lerin başında denenen bu kooperatifçilik devrimci bakımından hiçbir sonuç vermedi. Öyle kitlelerle ilişkiler açısından da büyük sonuçlar vermedi. Komünist hareketi de ileriye doğru götürmedi. Buna soyunan arkadaşlar da gecikmeli olarak anladılar tasfiyecilik olduğunu. Bunun özeleştirisini verdiler. Ama buradan devam edenler, popülizm yapanlar var, olabilir.
BU İŞ SENDİKALARLA, KOOPERATİFLERLE DEĞİL KOMÜNİST ÖNCÜYLE OLUR
Dünya uluslararası komünist hareketin deneyimleri, Marksist Leninist teori, Türkiye devrimci hareketin deneyimleri açısından söyleyeceğimiz şey şudur; derneklerle, kooperatiflerle, sendikalarla, esnek örgütlerle bu işler olmaz. Komünist öncünün her şekilde güçlendirilmesi gerekir. Komünist örgütlenmesinin yerine bunlar geçirilemez. 150-200 yıllık işçi sınıfının mücadele tarihi; sosyalizm, devrim mücadele tarihi yeterince kanıtlarıyla doludur. Dolayısıyla herhangi bir şekilde devrimcilerin yön kaybına, bocalamaya düşmeleri için bir sebep yoktur. Devrimci, komünist hareket içinde ortaya çıkan sapmaların hepsi her şeyden önce dönemin politik, sosyal koşullarıyla ilgilidir. Dolayısıyla bugün ortaya çıkan bu olaylar terör dönemiyle ilgilidir, bağlıdır. Yani şöyle değil, sen bir inceleme yaptın, falanca gitti bir inceleme yaptı fikirler örtüştü değil. Halk umutsuzluğa doğru itilmeye çalışılıyor. “Bu iş böyle yapılmaz duygusu” halkta örgütlenmeye çalışılıyor. Aynı duygu devrimciler üzerinde de örgütlenmeye çalışılıyor. Devrimci programdan, partiden, devrimci stratejiden, devrimci örgütten vazgeçmek başka bir yol aramak… İşte bu tamamen tasfiyeci bir yaklaşım.
DEVLET MLKP’Yİ YOK EDEMEMİŞTİR
Silahlı mücadele eskimiş bir yöntem olarak karşımıza çıkarılıyor bu dönem. Böylesi bir tablo içinde örgütlenen MLKP 7. Kongresini gerçekleştirdiğini duyurdu. Tasfiyeciliğe karşı mücadelede, tasfiyeciliğin ikinci biçimi olarak tanımladığın şeyden sormak istiyorum nasıl ideolojik ve politik bir anlamı oldu bu kongrenin?
Yine 2015 darbesine bakacak olursak -çünkü orası bir eşik-; MLKP’nin 6. özellikle 7. Kongresini toplaması tam olarak faşist rejime bir cevaptır. Bunu böyle görmek, analiz etmek ve değerlendirmek gerekiyor. Çünkü devlet dedi ki, “onları fiziki olarak yok edeceğiz” ve buna yönelik devletin mücadele tarzı görülüyor. Peki MLKP ortaya koyduğu strateji ve taktiklerle ne demiş oldu? “Ben sana karşı işçilerin, emekçilerin, devrimcilerin aktif direnişini, kendi aktif direnişimi örgütleyeceğim. Senin saldırılarını puskürteceğim ve sen amaçlarına uluşamayacaksın.” PKK ve devrimci örgütler de Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni (HBDH) kurarak bunu dile getirdi. Devletle eşitsiz kuvvetler arasında bir mücadele var. Devlet, MLKP’yi yok etmek istiyor, illegal örgütleri tasfiye etmek, illegal örgütlenmenin önüne geçmek istiyor. MLKP ise hem milis hem kent ve kır gerillası direnişini hem de kitle hareketiyle direnişini sürdürmek istiyor. MLKP örgütsel ve çizgi sürekliliğini sürdürmek, faşizmi geri püskürtecek mücadele çizgisini ayağa kaldırmak ve ileri götürmek istiyor. Ve eğer MLKP 7. Kongresini yapabildiyse demek ki devlet MLKP’yi tasfiye etme amacına ulaşamamıştır, MLKP’nin kendi organlarını işletme iradesini ve özgürlüğünü ortadan kaldıramamıştır. Aksine MLKP devletin yok edici saldırısını boşa çıkarmıştır.
MLKP TASFİYECİLİĞİN DALGAKIRANI
Diğer yandan MLKP “benim çizgim doğruydu, daha güçlü ve başarılı uygulamalayım. Daha güçlü ve başarılı uygularsam faşist şeflik rejimini püskürtebilirim buna iradem; Türkiye ve Kürdistan toplumunun direnişçi, özgürlükçü potansiyeli var. Faşist rejimi püskürtürüz bununla da kalmaz yeneriz” diyor. Kongresini yapabildiğine göre MLKP sürekliliğini sağlamış, parti önderlik iradesi kırılmamış. İyi niyet beyanında bulunmuyoruz, MLKP güzellemesi-propagandası yapmıyor, ortada olan durumu söylüyoruz. MLKP dışında herhangi bir yasadışı, silahlı mücadele yürüten devrimci bir örgüt kongresini yapsa aynı şeyi söyleriz. Çünkü belli ölçüler var. Tabii ki MLKP’nin gerçekliği açısından da kongre çok önemli çünkü MLKP aynı zamanda “tasfiyeciliğin dalgakıranıyız, tasfiyeciliği püskürtmek, etkisizleştirmek görevimiz; tüm devrimci örgütleri tasfiyeciliği geri püskürtmek için göreve çağırıyoruz” diyor. MLKP’nin 7. Kongresi bireysel, grupsal bir çıkar değil devrimci, sosyalist hareketin de kazanımıdır.
MLKP DEVRİMCİ İDDİALARINI BÜYÜTEREK ÇIKMIŞ
Türkiye gerçeğinden düşmanın yürüttüğü karşı devrimci faaliyetler altında devrimci sosyalist değerlerin ayakta kalması için büyük fedekarlıklar yapıldığı, büyük bedellerin göze alındığını çıkarıyoruz. MLKP’nin 7. Kongresi aynı zamanda devrimci hareketin içinde bir yandan yasal devrimcilikle de mücadeledir. Ama aynı zamanda faşizme karşı mücadele çizgisinin aktif savunma çizgisinin tahkim edilmesi, daha güçlü bir biçimde yürütülmesi ve MLKP’nin bu konuda kendisini daha güçlü tarzda ortaya koyması için de önemlidir. Şöyle de bakabiliriz; kongresini topladıysa demek ki MLKP beş yıllık sürecini analiz etmiş, önderliğini denetlemiş, eleştirilerini yapmış; Kongre özeleştirisini vermiş ve kendi mücadelesi için kendini yenilemek, mücadeleyi daha ileri götürmek için bir kısım sonuçlar çıkarmış. Bunların bir kısmını açıktan gözlemliyoruz; açıklamalarından, hareket tarzından görüyoruz. Bu da şu anlama geliyor; MLKP devrimci iddialarını büyüterek çıkmış.
YASAL ÖRGÜ AYRI DEVRİMCİ ÖRGÜT AYRI BİR ŞEYDİR
Yasal devrimciliğe ve tasfiyeciliğe karşı mücadelede, devrimci hareketin önümüzdeki dönemde ideolojik görevleri nelerdir?
Yasal devrimciliği, “gerçek devrimciliği koruyarak” ama yasallıkla sınırlanmış bir devrimcilik olarak tanımlıyoruz. Hem yapılan şeyin devrimci niteliğini hem de çerçevesini ve sınırını söylüyoruz. Mesela Avrupa’da bizim kullandığımız, “sınırlandırılmış devrimcilik” gibi kavramlar var. Mesela ilerici-devrimci akımların, parti ya da örgütlerin bazıları diyor ki; gözaltı-tutuklama olmasın, devrimcilerin yolu hapishaneden geçmesin; böyle bir kuvvet biriktirelim, gelecekte yöntem olarak da düşmanın dikkatini çekmeyecek kitlelerin hoşuna gidecek yöntemler bulalım. Dolayısıyla gelecekte koşullar oluştuğunda da devrimci tutumumuzla ortaya çıkarız diyorlar. Yasallığa alıştığınız zaman bir kadro ve örgüt tipi olarak yasallık sizi bazı şeyler alıştırır. Yasal örgüt ayrı, devrimci örgüt ayrı bir şeydir.
Niye devrimci örgüt diyoruz. Kendi özgürlüğünü kendi elde etmek istiyor; burjuvazi, faşist saray rejimi tarafından propaganda, ajitasyon, örgütlenme, eylem imkanının sınırlandırılmamasından bahsediyoruz. Devrimci örgüt sınıflar mücadelesinin tanımladığı bütün mücadele biçimlerini kullanmayı; barışçıl, yasal, legal biçimlerinden yarı illegal, yasadışı, silahlı, kitlesel, ayaklanmacı mücadele biçimlerine kadar kullanmak üzere görüş açısını beyan etmiş; pratik çalışmalarında, hazırlıklarında bunu gözeten bir örgüttür.
YASAL DEVRİMCİLİK DEVRİMCİ HAREKET BAKIMINDAN TEHLİKELİ
“Yasal devrimcilik” ise özellikle illegal ve silahlı mücadeleyi önemsemeyen, erteleyen, iptal eden, geleceğe erteleyen, değersizleştiren bir görüş açısını ifade ediyor. Bu gerçekten devrimci hareket açısından tehlikeli. Çünkü doğrudan doğruya parlamenter yola bağlanıyor. Başka ne oluyor. Yasal devrimcilerin, sosyalistlerin sınırı belliyken siz çıkıyorsunuz, Anayasa istiyorsunuz kim yapacak bu Anayasayı? Meclis. Peki halkın bu meclisin üzerinde denetim, yönetim gücü ne? Yok. Ama bunun üzerinden politika yapmaya çalışıyorsunuz. Bu yönünü kaybetmek demektir. Kürt ulusal hareket açısından farklı. Kürt ulusal hareket önemli mevziler kazanmış, elde ettiği kazanımları kayda geçirmek istiyor. Dolayısıyla hukuki, anayasal bir kayıt olsun istiyor. Yani diyor ki, “Türk burjuvazisiyle uzlaşma yapmak istiyorum.” Güzel olabilir. Biz bu uzlaşmanın demokratik, özgürlükçü olmasını isteriz. Bunun için eleştirir, mücadele ederiz. Fakat bizim Türk burjuvaziyle uzlaşmak için ne gibi sebebimiz var; sosyalistler, Türkler neden, niçin, niye uzlaşalım? Türk sömürgecilerle Türk sosyalistlerin uzlaşması için hiçbir sebep yoktur. Dolayısıyla bizim Anayasa sorunumuz yok. Yani eğer Türkiye’deki, batıdaki sosyalistler, Türkiyeli devrimciler, sosyalistler, Anayasal planlarla uğraşıyorlarsa bu burjuva demokrasisine hapsolmak demektir. İşte o zaman CHP’yi destekleme çizgisi/doktrini/noktasının ötesine gidemez. CHP’yi destekleyecek, CHP aracılığıyla CHP burjuvazisi gelecek, kendisi de burjuvazinin Meclis’teki sol kanadı olacak anlamına geliyor.
NETLİK VE AÇIKLIĞA SAHİP OLMAK GEREKİYOR
Dolayısıyla tabii bu da bütün devrimci stratejinin, programının inkar edilmesi anlamına geliyor. İçinden geçtiğimiz süreci şöyle ifade edebilirim. İdeolojik mücadelenin birçok sorunu var. Birinci sorunu tasfiyecilikle, yasal devrimcilikle mücadele oluşturuyor. Bu çok özel bir yerde duruyor. Postmodernizmle, reel feminizmle, bireycilikle mücadele tabii ki önemli. Sosyal şovenizmle mücadele gündemimizden çıkma ihtimali hiç olmayan bir şey. Göçmenlik, Kürt ulusal sorunu vvr. Her yerden büyük bir şovenizm fışkırıyor. Bütün bir toplumu çürütüyor. Sosyalist hareketi de sosyal şovenizm biçiminde çürütüyor ve teslim alıyor. Dolayısıyla siyasi mücadelemiz, örgütsel mücadelemiz çok önemli. Fakat bu siyasi mücadelenin, örgüt çalışmasının da önünü açacak ideolojik mücadelenin bir adım önde yürümesi, ona bir alan açması, onun haklılığının ve meşruluğunun net bir şekilde ortaya konması; ilerici devrimci güçleri, arayışı olan devrimci güçleri ikna edecek bir netliğe ve açıklığa sahip olmak gerekiyor.
YASAL İMKANLARDANDA YARARLANMALISINIZ
İdeolojik mücadele tabii ki önemli, kendi başına değil elbette devrimci bir çizginin önünde yürüyen bir şey olarak. Hem siyasi stratejinin, hem taktik planın, hem örgütün önünde yürüyen olarak… Dolayısıyla yasal devrimcilikle mücadeleyi vurguladığımızda onun öbür anlamı şu; tüm yasal, açık imkanlardan yararlanmalısınız çünkü bunu yapmazsanız da bu da tasfiyecilik olacaktır. Bir yandan bunu yapmalısınız ama bir yandan devrimci örgütlerin, illegal temelini koruyup geliştirmeniz gerekmektedir. Bir yandan devrimci örgütün özgürlüğünü ve eylem özgürlüğünü korumanız gerekir. Bir yandan da devrimci örgütün faşizme karşı direnişini her biçimde geliştirmesinin imkanlarını geliştirecek kapasiteye, örgütçü yeteneğe ve güç düzeyinde yükselmesi gerekir.
TÜRKİYE’DE TKP’DE TASFİYECİLİK ÖNEMLİ DÖNEM
Son olarak neler söylersiniz?
Türkiye’de tasfiyecilik sürecine ilişkin önemli bir tarih var süre bakımından giremedik. Eksik bırakmamak açısından şunu söylemek istiyorum. 1920’de TKP kuruldu, Mustafa Suphi ve arkadaşları Ocak 1921’de imha edildi. Sonuç şu oldu; TKP’nin 1. Kongresinde ortaya koyduğu enternasyonalist devrimcilik uygulanamaz halde. TKP’nin saflarında tasfiyecilik çıktı, kemalistlerin yanına gitti. Şefik Hüsnüler de o çizgiyi devam ettiremediler Kemalizmle uzlaşma çizgisi haline getirdiler. Bu aynı zamanda 1920 TKP’sinin de sonu oldu, 3. Enternasyonalin TKP’yi likite etme kararı vardı bunun bir sonucu oldu. Bir diğeri 1971 devrimci hareketinin devrimci çıkışı. İbrahim (Kaypakkaya), Deniz (Gezmiş) ve Mahirler (Çayan) haraketinin fiziki ve askeri, örgütsel yenilgisinin ardından -ideolojik bir yenilgi değildi çünkü fikirleri bütün Türkiye ve Kürdistan’da topluma yayıldı, işçi ve emekçiler tarafından benimsendi-, örgütler içinde büyük bir tasfiyeci dalga, kaos meydana geldi. Tasfiyeciliğin en çok tartışıldığı dönem 1980 darbesi ve sonrasıdır. Bir kısım devrimci hareketin tasfiyeye giden içsel tasfiye sürecinin başlangıç noktasıdır ‘80 darbesi. Özellikle Devrimci Yol için söyleyebiliriz, o zamanın en büyük devrimci örgütüydü. Kurtuluş ve TDKP’nin de devrimde izlediği rol açısından bunu söyleyebiliriz.
SOVYETLERİN DAĞILMASI DÜNYA ÇAPINDA TASFİYECİ DALGAYDI
Fakat Sovyetler Birliğinin çöküşü, Varşova paktının dağılması ve dünya burjuvazisinin bunu sosyalizmin, tarihin sonu; liberalizmin dünya çapında tarihi ve çağı olarak sunması toplumda çok büyük bir gericilik ve umutsuzluk yarattı. Bu dünya çapında etkisi olan bir tasfiyeci dalgaydı. Hala kitleler etkisi altında. 1975-1980’de hatta 1960-1970’lerde burjuvaziyle mücadeleye tutuşan herkes sosyalizme doğal sempati, eğilim duyuyordu. Biz 1980’den esas olarak 1960’lardan sonra şuna tanık olduk ki büyük işçi kitleleri, gençlik kitleleri harekete geçtiğinde sosyalizme yönelmiyorlar. Artık böyle bir gelişme imkanı yok. Çünkü dünya koşulları değişti. Dünya emekçileri, işçileri, ezilenleri sosyalizmi sorgulamaya başladı. Burjuva ideolojisinin basıncı, dünyanın her yerinde işçi sınıfının sınıf bilincinin kırılması açısından büyük bir rol oynadı. Bu daha çok tartışılacak bir konu. Nerede yenilgi, devrimci hareketin yenilgisi başarısızlığının yığıldığı bir süreç varsa orada tasfiyecilik kendisini gösteriyor. Bu 2000’lerin başlarında da belli ölçüler içinde kendisini gösterdi. 2015’den sonraki faşist terör dalgasının çok derin etkileri olduğunu bugün onun içinde olduğumuzu; her devrimcinin, her antifaşistin, demokratın kavraması, mücadeleci duruşunu buna göre konumlandırması gereklidir.