Correktive adlı araştırma kuruluşunun Almanya’nın Potsdam kentinde düzenlenen bir “Gizli Toplantı”yı ifşa etmesiyle yüz binler sokaklara döküldü. Almanya, son yılların en kitlesel ırkçılık karşıtı, antifaşist eylemlerine tanıklık etti. Öte yandan burjuva politika arenasında yeni faşist AfD’nin yasaklanması yeniden gündeme geldi.
Toplantıya katılanları stratejistler, uygulayıcılar ve finansörler olarak üçe ayırmak mümkün. Bu aynı zamanda yeni faşist hareketin “birleşik” gelişiminin bir ifadesidir. AfD ve Almanya Hristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) sağcı “Değerler Birliği” milletvekilleri ve danışmanları, yeni faşist kitle hareketinin katalizör rolü oynayan ve aynı zamanda ideolojik bir “odak” işlevi gören Kimlik Hareketi (IB) ve bölgesel/uluslararası bağlantılara sahip paramiliter güçlerle sermayedarların bir araya geldiği toplantıda, “masterplan”ın uygulamasında antifaşist hareket “baş düşman” olarak belirleniyor.
AfD tipinden partiler, örgütlü yeni faşist hareketin parlamenter koludur. Bu hareketler hem Batılı kapitalist metropollerde öne çıkıyor, hem de burjuva seçim ve parlamento araçlarını da kullanarak kitle hareketleri örgütleyen bir formda ilerliyor. İliklerine dek çürümüş olan burjuva demokrasisi ve parlamentosu yeni faşist hareketin serası oluyor.
İtalya ve Hollanda’da olduğu gibi yeni faşist kitle hareketine dayanarak aralarından bazıları hükümetleşiyor.
Yeni faşist hareketlerin politik işlevleri iki yönden düzeni ve hakim sınıfları güçlendiriyor. İlk olarak, yeni faşist hareketler emperyalist küreselleşme politikalarına tepkili işçi ve emekçi yığınların arkaladıkları bölümünü ideolojik-politik bakımdan antikomünizm ve kapitalist düzen destekçiliği zemininde tutuyor; ikincisi, egemen sınıfların demagojik ‘faşist tehlike’ sopasıyla, işçi ve emekçilerin faşizme tepkili kesimlerinin burjuva düzenin liberal parti ve kurumlarına sarılmaya yöneltilmesinin dayanağı oluyor.
Geçtiğimiz süreçte tüm dünyada sınıfsal, toplumsal ve siyasi çelişkiler giderek keskinleşti. Batılı emperyalist devletler burjuva demokratik yasaları tırpanlamaya ve zora dayalı yönetim biçimlerine yönelmeye devam ettiler. Tüm bunlar dünyanın son yıllarda daha da sertleşen ve kaotikleşen çehresinin belirgin çizgileri oldu. Yeni faşist hareketlerin gelişimi bu sertleşmenin ve kaotikleşmenin hem bir sonucu, hem de bir etkeni.
Siyasi saflaşma aynı zamanda “olağan burjuva politika”nın faşistleşmesine, “merkez sol ve sağ”ın sağa kaymasına izin veriyor. “Faşist sopa” tehdidiyle göçmen ve mülteci düşmanı yasalar geçiriliyor. Britanya’nın Ruanda planı, Avrupa Birliği’nde görüşülen yeni mülteci uygulamaları bu koşullarda “parlamentolardan” geçiriliyor.
Almanya’daki mevcut protesto hareketi AfD ve yeni faşist hareketin gelişimine zemin sunan, ayrıca yeni göçmen yasalarıyla mültecilere karşı adeta savaş yürüten, “gerekli ucuz işgücü” dışındaki mültecilere daha yüksek duvarlar ören burjuva sol-liberal parti ve örgütlerin, somutunda SPD-Yeşiller ve onun hegemonyasında gerçekleşiyor. Bazı kentlerde Alman antifaşist güçlerin eylemlere öncülük etmesi ve kitle seferberliği bu gerçeği değiştirmiyor.
“AfD’nin yasaklanması” talebi meşru olsa da bu bağlamda dar “anti-AfD”cilik zemininde antifaşist hareketi geliştirmiyor.
Bunu başarabilecek, “devletçi antifaşizm”in hegemonyasını kıracak tek kuvvet komünistlerdir. Görev, sokaklara dökülen kitlelerin kendiliğinden tepki ve antifaşist eylemlerinin içinde antifaşist hareketi toplumsal devrim hedefiyle ayağa kaldırmak, proletaryanın öncülüğünde ezilenleri, “yerli” ve göçmen emekçileri faşizme karşı “birleştirecek” hattı örmektir.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 2 Şubat 2024 tarihli Perspektif köşesi