Diktatör Erdoğan büyük bir ekonomist edasıyla burjuva sınıfın temsilcisi olarak “kazan kazan” formülünü kendisine izlenecek yol olarak seçtiğini açıklayalı çok oldu. O gün bu gündür gerek iç siyasette gerekse dış siyasette söylediği gibi yapmaya, tüm gelişmeleri kendi sınıfsal çıkarları temelinde değerlendirmeye çalıştı. Ne var ki O’nun izlenmesi gerektiğini söylediği bu yolun kendisinden önceki yolcusu emperyalist dünyadaki kurtlar pek az değildi; o yüzdendir ki, tepeden tırnağa zor yoluyla ayakta tuttuğu ve hali hazırda sallanmakta olan içteki rejim dışında, aslında hep kaybeden oldu.
“Kazan kazan” burjuva yortusunu siyasal alanda en çok da Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı uygulamaya çalıştı. Esasta da bölgede bulunan emperyalist güçlerle ve kimi bölgesel gerici güçlerle bu oyunu oynamaya çalıştı. Burada da ulusal bilince çoktan ulaşmış, özgürlük tutkusuyla yanıp tutuşan örgütlü ve direnişçi bir halk gerçekliğiyle karşı karşıya geldi.
Şimdilerde bu oyunu bir kez daha İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri üzerinden oynamaya çalışırken de KÖH’e karşı “ne elde edebilirim”in derdinde. Erdoğan yönetimi altındaki faşist İslami politik rejimin ABD ve Rusya arasında politik manevralar yapmaya çalışırken ortama oyalayıcı salvolar yapmakla düştüğü durumun burada da bir nebze rol oynadığını hesaba katsak bile, yine de resmi ağızlardan yapılan açıklamalar O’nun esas “karın ağrısını” gösteriyor: Kürtlerin statü kazanma olasılığı.
NATO gibi esasta ABD emperyalizminin çıkarlarının tetikçisi, yayılmacı savaş aracına üye olmanın yarattığı/yaratacağı pespaye efendi-köle ilişkisini bir tarafa bırakalım, İsveç ve Finlandiya bir de Erdoğan’ın şantajlarıyla uğraşmak durumunda kalıyor. Ne diyor Erdoğan diktatörü, “bana silah satacaksınız, YPG’ye ve Kürtlere karşı tutum alacaksınız, sadece Türkiye’den giden politik sürgünleri değil, sizin vatandaşınız olmuş ve parlamentonuzda seçilmiş milletvekillini de bana vereceksiniz”. Ee ne demişti eskiler eğer teşbihte hata yapmazsak “körle yatan şaşı kalkar”.
Burjuva çıkarlar uğruna heba edilen her bir demokratik kazanım, ilkeler döner gelir sizi vurur. Kendi emperyalist çıkarlarınız uğruna, bölge halklarını hiçe sayarak Erdoğan rejimini açık-gizli askeri, politik, ekonomik tüm kalemlerde destekler, O’nun katliamcılığına, işgal harekatlarına ses çıkarmadığınızda sakındığınız o parmak gelir göz çıkartır. Tıpkı İsveç ve Finlandiya halklarının tüm itirazlarına rağmen NATO’ya üye olmakla yapacağınız gibi.
Aslında Erdoğan rejiminin istekleri ilginç bir gerçeği gözler önüne seriyor. Burada ilginç olan tabi ki pazarlıklar değil. Burjuva dünyada bu tip durumlarda kapalı kapılar ardında halklar aleyhine dönen pazarlığın haddi hesabı yok, bunu biliyoruz. Ancak burjuvalar için böylesine stratejik meselelerde Ragıp Zarakolu gibi politik sürgünlerin iadesinin pazarlık kalemleri içerisinde yer alması; tutarlı, ilerici, demokrat bir aydının faşist diktatör için oynadığı “karabasan” rolünü görmek gerekiyor. Tek tek bireyler bile bu derece korkutuyorsa Erdoğan’ı, vay O’nun haline… Çünkü geride sayısızca var onlardan.
Şüphesiz ki tüm bu konular nihayetinde İsveç ve Finlandiya gibi kapitalist devletlerin insafına bırakılamaz. Bahsettiğmiz İsveç kendi vatandaşı Wikileaks kurucusu Assange’ye bırakın sahip çıkmayı, hakkında asılsız iddialarla davalar açarak ABD’nin iade talebinin gerçekleşmesi için köşe taşlarını döşemiştir.
Dolayısıyla politik sürgünlük statüsü, burjuva uluslararası hukukun da tanıdığı bir insan hakkı olarak her durumda savunulması gereken bir haktır. Bir yandan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkarken, faşist Erdoğan rejimiyle girilen, girilecek pazarlıklara karşı da mücadele izlenecek en tutarlı yoldur.
* Atılım Gazetesinin Avrupa Eki’nin (atilimavrupa1994@gmail.com) 27 Mayıs 2022 tarihli Avrupa Gündemi köşesi