Erdoğan ile Bahçeli her zamanki gibi cambazlar arası oynasın… Kürt düşmanlığı ile kayyum atamalarını, siyasi tutsaklar düşmanlığı ile infaz eşitliğinin olmamasını meşrulaştırıyorlar. İşçilere hakkı olanı hiç vermeyin, işçiler ve emekçiler hep ezilsin, sömürülsün, ölsün, herkes iktidara hizmet etsin, kadınlar evde ev içi sömürüye, şiddete maruz kalsın ve biz hep susalım istiyorlar. Bir yol kavşağındayız. Canımızdan başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Unutmayalım, faşist iktidar, sermaye sınıfı ve patronlar bir avuç. Ama biz milyonlarız.
Kürdistan’daki birçok belediyeye kayyum atayarak Kürt ulusunun iradesini tanımadığını, sömürgeci politikalarında ısrar edeceğini gösteriyor. Düşman hukukunu salgın bile durdurmuyor. Her gün “aynı gemideyiz”, “birlikte başaracağız” deniyor. Ama bu birlikteliğin içinde asla Kürtler yok. Kürtler her zaman faşist rejimin ilk düşmanı. Birlikteyiz, aynı gemideyiz sözleri, AKP’nin ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Salgın döneminde bile hırsızlıklarına açıktan devam ediyorlar. TV kanallarında herkesin koronavirüs salgınını tartıştığı bir anda, kayyum politikası halkların gündeminde bile giremedi. Faşist rejim, Kürt halkının iradesini tanımadığını, sömürgeci politikalarına ne olursa olsun devam edeceğini, koronavirüs salgını dönemi günlerinde Kürt halkına “senin hiçbir vatandaşlık hakkın yoktur”, bu nedenle hiçbir şeyi ücretsiz alamazsın mesajı veriyor.
Kesinlikle aynı gemide değiliz. Bizler ve onlar diye bir ayrım, koronavirüs salgını sürecinde iyice belirginleşti. Keskinleşti. Bizler; işçiler, ezilenler, kadınlar, Kürtler ve ezilen halklar, Aleviler bir saftayız. Onlar; faşist iktidar, sermaye sınıfı ve patronlar bir safta. Virüs günlerinde bile taleplerimiz aynı değil. O nedenle biz yaşamak için “ücretli izin hakkımızı” kullanalım diyoruz, onlar “fırsat bu fırsat belediyelere kayyum atayalım” diyorlar. Bizler ücretsiz gıda, ücretsiz temiz su verilsin diyoruz, onlar halka bu hizmetleri verenleri tutuklayın diyorlar. Bizler sokaklar, evler, işyerleri, fabrikalar dezenfekte edilsin diyoruz, onlar bu hizmetleri verenleri “terörist” ilan edip, gözaltına alıyorlar. Bizler yaşlılara, kronik hastalara yardım edilsin istiyoruz, onlar belediyeleri gasp ederek bırakın evlerinde açlıktan, yoksulluktan ölsünler diyorlar. Coronavirüs salgınından dolayı insanlar sokağa çıkmaya, yan yana gelmeye korkuyorken, 65 yaş ve üstüne de sokağa çıkma yasağı ilan etmişken salgın için önleyici tedbirler almak yerine Kürdistan’da belediyeleri gasp etme derdindeler. Zaten bu salgın koşullarında faşist iktidara Türkiye ve Kürdistan’da itiraz edecekler sokağa çıkma koşulları olmadığından dolayı rahatlar. Halk belediyeciliği örnekleri yaratılmasının önüne geçmeye çalışsalar da bizler bulunduğumuz her yerde, apartman, sokak, mahalle meclislerini kurarak, halklar arasında dayanışma ağlarını büyüteceğiz.
Sadece salgından dolayı Kürdistan belediyelerinin gasp edilmesi gündem dışı kalmıyor. Dayanışma ağları yasaklanarak, kimsenin kimseden haberi olmamasını, kimsenin kimseye yardım etmemesini, birlikte dayanışmanın gücünün halklar arasında örgütlenmemesinin peşindeler. Bu coğrafyada sermaye sınıfı ve patronlar yüzde 20 vergi öderken, işçilerin, emekçilerin yüzde 80 vergi ödediğini kimsenin bilmemesini ve bizden toplanan vergilerle, işsizlik ve varlık fonundaki birikimle, sermaye sınıfının gelirleriyle ücretsiz sağlık, ücretsiz test kiti, ücretsiz gıda, ücretsiz su, elektrik, doğalgaz, internet olanaklarının sağlanabileceğini kimse fark etmesin istiyorlar. İnsanların yaşamını, sağlığını dert edinenleri, başka bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyen devrimci sosyalistleri, halkına yerel hizmet götüren eşbaşkanları, işçilere haklarını, infaz eşitliğini anlatan hukukçuları, objektif haber vermeye çalışan gazetecilerin hepsini tutuklamanın ve susturmanın peşindeler. AKP faşist rejimi, infaz yasalarını kendi belirdiği değişikliklere göre meclisten geçirme, SİT alanlarını yerleşim alanlarına açma, politik İslamcı aile ve eğitim yapısını hayata geçirme, doğa talanına, gözaltı ve tutuklama baskılarına devam etme derdinde. İnsanlar can derdindeyken, onların tek derdi ise; işgal, savaş, kayyum, talan, sermayenin kasasının dolması.
Koronavirüs salgını döneminde “evde hayat var” çağrıları yapılırken, işçiler, çalışanlar ücretsiz izne çıkarılıyor. Evdeki hayatı var kılan su, elektrik, doğalgaz, internet, gıda gibi ihtiyaçları kimin ödeyeceği meçhul. Sadece dedikleri başınızı öne eğin, susun, evde üşümeyin, acıkmayın, açlıktan, soğuktan ölün ve devletin yükleri azaltın diyorlar. Bir gecenin yarısında yapılacak açıklamalarda bir rakam olalım ve daha da başlarına bela olmayalım, adresi belli olmayan yerlere gömülelim ki kimseler görmesin, duymasın, bilmesin bizi istiyorlar.
Erdoğan ile Bahçeli her zamanki gibi cambazlar arası oynasın… Kürt düşmanlığı ile kayyum atamalarını, siyasi tutsaklar düşmanlığı ile infaz eşitliğinin olmamasını meşrulaştırıyorlar. İşçilere hakkı olanı hiç vermeyin, işçiler ve emekçiler hep ezilsin, sömürülsün, ölsün, herkes iktidara hizmet etsin, kadınlar evde ev içi sömürüye, şiddete maruz kalsın ve biz hep susalım istiyorlar. Artık faşist rejim her “höt” dediğinde evlerimize dağılacak, televizyonun karşısına geçip film ya da dizi izleyecek, üç maymunu oynayacak, evlerimizde ölümü bekleyecek, aç kalacak, evlerimize ölüm götürecek, boyun eğecek, susacak durumda değiliz. Bıçak kemikte.
Bir yol kavşağındayız. Canımızdan başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Unutmayalım, faşist iktidar, sermaye sınıfı ve patronlar bir avuç. Ama biz milyonlarız. Ne faşizmin zulmü, ne patronların işsizlikle terbiyesi, bu dalga dalga yayılan dayanışmanın gücünü, işçilerin, ezilenlerin, kadınların bu köhne düzeni yıkma isteğini engelleyecektir. Kendi kendilerine konuşmaya, her gün vaka ve ölüm sayıları hakkında yalan bilgiler vermeye devam etsinler. Artık işçilerle, çalışanlarla birlikte “ücretli izin hakkı” talebini her yerde yükseltmeli ve bu toplumda biriken öfkeyi, sesleri, elleri, emeği grevle birleştirmeliyiz. Her yerde devrimin şarkısı “Çav Bella’yı” çalmalıyız. Her yerde haykırmalıyız; kapitalizm öldürür, sosyalizm yaşatır diye.
(ETHA)