Sadece bir salgın varoluş krizindeki kapitalizmin içler acısı halini göstermeye yetti. Küresel ölçekte dayanışma hareketleri neredeyse kendiliğinden ortaya çıktı ve kıymetliydi. Ancak bunlar kendi doğal sonucuna, kapitalist üretim tarzına yönelmedikçe, onu ortadan kaldırmadıkça yarın yeni felaketler kapımızı çalacak. Tekilden tümele, salgından varoluş krizine giden yol artık çok daha doğrudan olduğu için yerkürenin her noktasında sosyalizmi anlamak çok daha mümkündür.
Biz söylesek “Çok duyduk” derler.
Çöktü derler.
Yıkıldı derler.
Derler de derler…
Fakat şimdi onlar söylüyor. Lafı ağzımızdan alarak üstelik.
Kapitalizm çöktü, sosyalizme geçmek gerek diyen onlar. Dayanışmayı hatırlayan onlar. Küba ile İngiltere’nin tutumunu karşılaştıran onlar.
Komünizm iddialı, sosyalizm söylemli akımların, grupların, çevrelerin ve bireylerin dışında, dünyanın pek çok yerinde kapitalizme karşı benzer bir öfke ve tiksinti duyan pek çok kişi kapitalizmden sonrasını tartışıyor, konuşuyor.
Herkesin sosyalizm tarifi başka. Ancak duygusu ortak ve bu ortaklık kıymetli.
‘Yabancılaşma’ ve ‘meta fetişizmi’ analizleri daha 1850’lerde Marks tarafından yapılmıştı. Çok daha ileri biçimleriyle, çok daha öğütücü halleriyle bu kavramlar, bilhassa emperyalist metropollerde yaşayanların gündeminde. Bizimki gibi ülkeler henüz toplumsal-kültürel çürümeyi iliklerine dek yaşamadığı için, yaşlılara “artık nüfus” gözüyle bakan ve ölümlerini olağan ve hatta gerekli bulan kimi emperyalist yöneticiler gibi “buz gibi bir akıl” ile hareket edemiyor buradaki idareciler.
E, biz bunu yıllardır söylüyoruz desek haklı oluruz. Bu uğurda ölümlere gidiyoruz, ömürlerimizi hasrediyoruz desek, yine “haklısınız” diyen çıkmaz. Çıkmaz ama bunları söylemek aslında sinik bir tutum olmakla kalır.
Lenin’in sendikalar ve kitle mücadeleleri için öngördüğü “demokrasi okulu” belirlemesi çok daha yaygın-küresel biçimde ve çok daha kısa zamanda konsantre biçimlerde yaşanıyor. İçinden geçtiğimiz dönemin asıl dinamiği bu.
Artık hiçbir gelişme ‘yerel’ değil, ‘parçalı’ değil. Ürettiği etki kadar aldığı tepki dünyasal karakterde. Kapitalizmden bıkkınlık herhangi bir ulus devlet sınırları ile yalıtılmış değil. Dünyanın hemen her yerinde tepkiler ortak. Deneyim alışverişi sayesinde, kitleler birbirinden öğreniyor ve bu büyük demokrasi okulunda ezberlerin ötesinde, gayet eşitlikçi ve demokratik karşılaştırmalar yapıyorlar iktidarların önyargılara, düşmanlaştırma siyasetine yaslanan politikalarının panzehiri, sınırlar ötesine taşan bu gibi karşılaşmalardır.
Kapitalizme tepki duyan, başka bir sistemi istediğini söyleyen, sosyalizmi birlik ve dayanışma kavramları etrafında düşünen pek çok insan var. Bunun yanı sıra sosyalizme karşı ama kapitalizmden de memnuniyetsiz olanlar çok.
Hemen söylemeliyiz. Kapitalizmin ötesi sadece sosyalizm, daha tam ifadesiyle komünizmdir. Önsel, olgusal veya başka motivasyonlarla, kapitalist olmayan ama sosyalizme de uzak bir sistem veya rejim imkansızdır. İsterseniz yeni bir Osmanlı ihya edin; orada galebe çalacak olan kapitalizmdir. Bu gibi anlayışlar yüzeysellik ve tepkisellikten el alır, herkesi kendine güldürmekle sonuçlanır.
Kitle iletişim imkanlarının bunca artması, karşılıklı etkileşim ve kapitalizmin varoluş krizinde debelenmesi sosyalizm seçeneğini bütün insanlığın önüne çıkarmıştır. Elbette “nasıl bir sosyalizm” konusu bambaşka bir tartışma sahasıdır ve onun için de ideolojik-kültürel-politik hegemonya mücadelesini çok yaratıcı ve etkin biçimlerde öne çıkarmayı gerektirir.
Ancak konunun bir de diğer tarafı var. Aynı toplumsal koşulları çok daha gerici, saldırgan, ulus devletçi, yabancı düşmanı, devlet ‘güçlü devlet’ kutsalına odaklı faşist politik etki ve buna bağlı olarak insanların güdülerine seslenen arayışlar da vardır, günceldir.
Tarihte bunun örneğini gördük. 1. Dünya Savaşı’nın yıkım şartları altında önce İtalya, ardından Almanya’da (Avusturya ve Japonya örnekleri de vardır elbette), olağan şartlarda “devrim”e yol açacak devrimci durum kesif birer karşı devrime, onun faşist biçimlerine yol açtı.
Konu daha çok öncülük yetersizliği, Almanya’daki komünistlerin yetersizliği, İtalya’daki dağınıklık etrafında tartışıldı. Haklı vurgular olmakla birlikte meselenin can alıcı noktalarından birisi de ‘yıkıma’ uğrayan insana “düşman” sunma kapasitesindeki faşist başarıdır. Söz gelimi Hitler bunu “Yahudi düşmanlığı” ile çerçeveledi ve aynı zamanda Yahudiler ile büyük sermayeyi özdeşleştirerek yoksulların öfkesiyle isyanını buraya kanalize etti.
Bugün yeni faşizmde, bunun biçimi göçmen karşıtlığı, dinlerin etki alanındaki kitlelerin, diğer dinleri düşman sayması, ulus odaklı düşünenlerin diğer ulusları düşman addetmesi biçiminde pek çok örneği vardır.
Devrimci ve sosyalist akımların yorgunluklarına, yetersizliklerine, subjektif pek çok sorunlarına karşın dünyada çok geniş bir kitle sosyalizmi arzulamaktadır. Onları kapitalizme inandıramazlar. Ancak tıpkı Hitler’in kapitalizme nefret ifade eden sermaye karşıtı ajitasyonu gibi, bu enerjiyi milli-dini vb. başlıklar altında kendi amaçları etrafında işleyebilirler.
Kapitalizm ve onun türevi siyasi akımların zombileşmesi böyle olmaktadır. Ulus devletler pek çok felaket doğurdu. Şimdi yeniden yüksek duvarlarla çevrili ulus devlet zorlamaları çok daha büyük felaketleri çağıracaktır. Hitler’in elindeki ana enstrüman olan yabancı düşmanlığı bugün çok daha yaygın yıkımların zemini durumundadır.
Bunlarla hesaplaşabilecek, tarih ve toplum bilinciyle ikame edilmiş bir kapitalizmi aşma mücadelesinin yegane adresi komünizm için yaşayan ve ölenlerdir. Bu kaçınılmaz olarak böyledir. Tek tek şu veya bu ‘komünistin’, ‘devrimcinin’, ‘sosyalistin’ öznel deneyiminin ötesinde böyledir.
Sadece derlemeyi değil aynı zamanda büyük bir moral güçle, durmaksızın düne atıf yapmayan, bugüne ve geleceğe dair sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz ve cins ayrımsız bir dünyanın imkanlarını anlatan, bulunulan her yerde, bu ana amaca bağlı yaşam ve ilişki biçimlerini hayata geçirmeye özen gösteren bir faaliyetin ikna ve etki kabiliyeti dünden çok daha fazladır. İçinden geçtiğimiz zamanı “20 yıla tekabül eden günler” biçiminde düşünmek hiç abartılı olmayacaktır.
Sadece bir salgın varoluş krizindeki kapitalizmin içler acısı halini göstermeye yetti. Küresel ölçekte dayanışma hareketleri neredeyse kendiliğinden ortaya çıktı ve kıymetliydi. Ancak bunlar kendi doğal sonucuna, kapitalist üretim tarzına yönelmedikçe, onu ortadan kaldırmadıkça yarın yeni felaketler kapımızı çalacak. Tekilden tümele, salgından varoluş krizine giden yol artık çok daha doğrudan olduğu için yerkürenin her noktasında sosyalizmi anlamak çok daha mümkündür.
Rosa Lüksemburg, benzer tarihsel koşullarda ‘barbarlık veya sosyalizm’ diyor, insanlığın bu iki durumdan birinin eşiğinde olduğuna işaret ediyordu. O ‘barbarlık’ yok edilmediği için bugün varoluş krizindeki kapitalizm, yaz güneşi altındaki bir leş gibi kokmaktadır.
Bir zamanlar kapitalizmin ebediliğini ilan edenlerin 20. yüzyıldaki sosyalist inşa deneyimleri yıkılınca tarihin sonunu haber vererek bundan sonrasının liberal saadet olduğunu yayanları geçelim. Tarih hepsini eledi. Kapitalizm yerle birdir. Moral üstünlüğünü çoktan kaybetti. İdeolojik hakimiyeti de darmadağın oldu.
Dünyanın bütün ezilenleri kardeşleşmenin, dayanışmanın, ortak amaçlar etrafında birleşmenin eşiğindedir. Diğer yandan bunu dağıtmaya odaklı karşıdevrimci arayışlar da artıyor. İkili durumu sosyalizm lehine kalıcı biçimde değiştirmenin bütün olanaklarını sonuna dek zorlamak her birimizin en doğal görevi.
Kapitalizmi en acı, tahrip edici biçimlerde tecrübe eden dünya, sosyalizme hazırdır. Dünya sosyalizmle buluşacaktır. Dünyayı sosyalizmle buluşturacağız.
(ETHA)