Koronavirüs salgını ile birlikte çöken yalnızca burjuva devlet değil, burjuva düzen, burjuva toplum biçimidir. Bugünkü toplumu biçimlendiren kapitalist üretim ilişkilerinin ve bu üretim ilişkilerine tekabül eden siyasal yapının, devletin yönetici sınıfı burjuvazinin çöküşüdür bu. Koronavirüs günlerinde yaşanmakta olanlar bunu hiç olmadığı kadar belirgin hale getirdi. Ezilenlerin krizi ölmekte olandan kurtulmakla çözülebilir. Yeni doğum eskinin içinden oluşmaz, eskinin yıkımı ile mümkün olur.
Bir iki haberle başlayalım.
“İtalya’da milyonlarca insan bir ayı aşkın süredir gelir elde etmedi ve daha ne zaman çalışabilecekleri hakkında bir fikirleri yok. Hükümet, alışveriş fişi diye bir şey veriyor. Yakın zamanda devlet araya girip bu ailelere destek vermezse, mafya verecek.” Bu sözler İtalya’da mafya dedektifi bir başsavcıya ait. İtalya İçişleri Bakanı da salgının ilk günlerinde “Mafya, artan yoksulluktan faydalanıp yeni üyeler kazanmaya çalışabilir” diyordu.
İtalya’da 3,3 milyon kişi sigortasız çalışıyor ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle hiç destek almıyor.
Sonuç: Napoli ve Palermo kentlerinde mafya örgütleri düşük gelirli mahallelerde “evlere yemek servisi” yapmaya başladı1.
İtalya kıta Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri. Koronavirüs günlerinde devlet buharlaşmış ve dumanların arasında mafya çıkıvermiş gibi görünüyor.
Gelelim ikinci haberimize.
İspanyol gribinin ardından tam 100 yıl geçti. Muazzam teknolojik ilerlemenin yaşandığı bu yüzyılın ardından ortaya çıkan koronavirüs salgını sırasında üretimi pek de yüksek teknoloji gerektirmeyecek maske, eldiven, önlük gibi malzemeye erişim krizi yaşanıyor, diye yazıyor haber siteleri.
Salgının ilk günlerinde İsrail’de suni solunum cihazlarının sayısı iki binden azdı ve koruyucu donanım, cerrahi test kiti de dahil ekipman son derece sınırlıydı.
İsrail’de Mossad Başkanı Yossi Cohen suni solunum cihazları ve diğer tıbbi ekipmanları temin etmekle görevlendirildi2.
Ticaret bakanlıklarının, diplomatik temsilcilerin, özel şirketlerin yapamadığı ne vardı ki istihbarat ajanları yapacaktı? Serbest piyasanın köküne kıran mı girmişti?
Belli ki solunum cihazları elde etmek için başka ülkelerin topraklarında “özel operasyon”lara girişeceklerdi. Karaborsadan silah alır gibi, filan yere baskın yapar gibi, uyuşturucu kaçırır gibi solunum cihazları, test kiti ve tıbbi maske peşine düşeceklerdi.
Mossad ajanları dünyanın dört bir tarafına dağıldılar.
Sonuç: Mossad’ın Basra Körfez’inden İsrail’e gönderdiği 100 bin test kitinin kullanılmaz olduğu anlaşıldı. Kaçakçılar Mossad’ı kandırmışlardı. Yine de başarısız sayılmazlardı, ajanlar özel bir operasyonla 27 solunum yolu cihazı elde etmişlerdi. Ne büyük operasyon!
Sadece bu iki haber bile burjuva devletlerin içine düştüğü aczi göstermeye yeter.
Bu öyle basit, sıradan bir durum değil. Devlet büyük mülk sahibi sınıfların egemenlik aracıdır. Ama devlet bu egemenliğini salt zor araçlarıyla yerine getiremez, egemenlik altında bulunan sınıfların buna ikna edilmeleri gerekir. Öyle ki bu sınıflar kendilerini yönetenlerin çıkarlarının tüm toplumun çıkarlarıyla örtüştüğüne ikna edilmiş olsunlar. Devletin sınıf çıkarlarından özerk, bütün toplumun ortak gücü olduğu zihinlere işlenmelidir ki işçiler, küçük mülk sahipleri, yoksullar yönetilebilsin. Din, okul, medya gibi egemen sınıfların ideolojik üretim ve hegemonya araçları devlet sayesinde varlıklarını sürdürebilirler. Devlet, oralarda üretilen egemen sınıf ideolojisinin cisimleşmiş kanıtı olmalıdır. Burjuvazi devlet sayesinde yalnızca “egemen” değil “yöneten” bir sınıf olarak toplumun rızasını kazanmalıdır. Egemenlik “zor”u yöneticilik “rıza”yı gerektirir. Egemenlik işin kolay tarafıdır asıl zorluk “yönetmek”ten gelir. Sınıf mücadelesi ne kadar keskin ve sert olursa olsun burjuva düzen sınırları içinde kaldığı müddetçe, burjuvazi yönetici güç olmaktan çıkmaz. İster savaş ya da uluslararası ekonomik birlikler kurarak barış içinde ister faşizm ya da sosyal-devlet uygulamaları ile olsun burjuvazi ezilenlerin büyük bölümünü ikna ederek devlet gemisini yüzdürmeye devam eder. Toplum aynı gemide olduğuna hangi biçimde olursa olsun ikna edilmişse bu gemi ilerlemesini sürdürür.
Eğer dünyanın en zengin ve en gelişkin teknolojiye sahip ülkesi ABD’de suni solunum cihazı yokluğundan insanlar hastane koridorlarında boğularak ölüyorsa, eğer İngiltere gibi mali oligarşinin tepe noktalarından birini işgal eden bir ülkesinde koruyucu ekipman yokluğu nedeniyle sağlık çalışanları çöp torbaları ile korunmaya çalışıyorsa, eğer İtalya gibi Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden birinde devletin görmezden geldiği yoksullara yiyecek dağıtımını mafya üstlenmeye başlamışsa, eğer İsrail gibi kendini gelişmiş ülkeler kategorisinde gören bir ülke önceliği suni solunum cihazı operasyonlarına vermişse ve eğer virüs salgınına karşı burjuva devletler arasında bir eşgüdüm bir küresel organizasyon gerçekleşmiyorsa bu iknayı, bu “rıza”yı üretmenin maddi zemini kırılmış demektir.
Kuşkusuz bu zemin uzun zamandır kırıktı zaten. Sınıflar arası uçurum bu kadar büyümüş, yoksulların, işsizlerin sayısı bu kadar yığılmış, kazanılmış haklara yönelik burjuva devletin saldırıları bu kadar artmış, kadınlara yönelik cinsel baskı ve sömürü bu kadar yoğunlaşmışken, doğanın sermaye tarafından talan edilmesiyle insanın yaşam alanı ve doğası geri dönülmezce kar hırsına kurban edilmişken devletin toplumun ortak çıkarını temsil ettiğine, burjuvazinin toplumun yönetici sınıfı olmayı sürdürmesi gerektiğine kitlelerin büyük çoğunluğunu ikna etmek o kadar kolay değildi.
Yine de kitlelerin büyük çoğunluğu nezdinde bu gerçekler koronavirüs günlerinde olduğu kadar açığa çıkmamıştı. Merkez bankalarından, devlet bütçelerinden milyarlar zenginlerin kasalarına akıtılırken yoksullar mafyaya el avuç açmak zorunda bırakılmışlarsa; depolar ağzına kadar silahlarla doluyken birkaç suni solunum cihazı yokluğu nedeniyle insanlar can veriyorsa büyük kitlelerin zihinlerini “devlet sorgusu” her zamankinden daha çok meşgul etmeye başlaması, daha önce inandıklarına artık inanmayanların sayısının artması kaçınılmazdır. Sorgulayan devletten sorgulanan devlete geçiş sürecidir bu.
Sorgulanan yalnızca devlet mi?
Şu koronavirüs günlerinde yoksulları devletin hangi ideolojik aygıtı “küreselleşme”nin nimetlerine, serbest piyasanın gerekliliğine, silahlanmanın zaruriliğine, özelleştirmelerin zorunluluğuna, kamulaştırmaların kötülüğüne ikna edebilir.
Çöken yalnızca şu ya da bu burjuva devlet değil bir sınıf olarak burjuvazinin yöneticiliğidir. İnsanlar bir kez eskiden inandıklarına inanmamaya başladıklarında ne din, ne okul, ne medya eskisi gibi etkin olamaz.
Tam da Gramsci’nin belirttiği gibi, “Eğer egemen sınıf fikir birliğini kaybetmişse, artık yönetici değil de sadece egemen sınıf halini almışsa ve artık yalnızca zorlayıcı güç uyguluyorsa, bu büyük kitlelerin geleneksel ideolojilerden koptuğu ve artık daha önce inandıklarına inanmadıkları anlamına gelir.”3
Koronavirüs günlerinden hemen önce dünyayı sarsan ayaklanmalar büyük kitlelerin geleneksel ideolojilerden kopma sürecine girdiklerini ve yeni bir düzen arayışında olduklarını bir kez daha göstermişti. Koronavirüs salgını sırasında yaşananlar bu kopma sürecine yeni bir ivme kazandırdı. İşçiler, yoksullar, kadınlar kapitalizmle, burjuva devletle, erkek egemenliği gerçeği ile yeni bir düzeyde karşı karşıya kaldılar.
Koronavirüs salgını ile birlikte çöken yalnızca burjuva devlet değil, burjuva düzen, burjuva toplum biçimidir. Bugünkü toplumu biçimlendiren kapitalist üretim ilişkilerinin ve bu üretim ilişkilerine tekabül eden siyasal yapının, devletin yönetici sınıfı burjuvazinin çöküşüdür bu. Burjuvazi yalnızca işçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin sorunlarına geçici de olsa çare bulmaktan aciz değil, kendi sorunlarına da çare üretemiyor artık. Koronavirüs burjuvazinin liderlik ettiği ve biçim verdiği devlet ve toplum düzenini bir anda teslim aldı. Bu bir çöküş halidir. Milyarların onların kasalarına akması, korunaklı sığınaklarında yaşamaları, devletlerin bütün zor araçları ile onları savunmaları ve kollamaları bu çöküşü engelleyemez. Büyük kitleler nezdinde bir kez inandırıcılıklarını yitirmişlerse, artık “yönetici olmaktan çıkarak sadece “egemen”likle ayakta kalıyorlarsa hiçbir şey onları bekleyen o korkunç sondan, tarihin çöplüğüne fırlatılıp atılmaktan kurtaramaz.
Bunun öyle kolayca, kendiliğinden olmayacağını biliyoruz. Bu ezen sınıf için olduğu kadar ezilenler için de bir kriz halidir. “Kriz eskinin ölmesi ve yeninin doğamaması gerçeğinden oluşur.”4
Eski gözlerimizin önünde ölmekte ama yeni henüz doğamamışsa yüzümüzü tam da buraya bu doğuma çevirmeliyiz. Aksi taktirde burjuvazi kendisi ile birlikte bütün insan toplumunu çürütüp yok edecektir.
İktisadi, siyasi ve sosyal zemini kırılan burjuvazinin ayakta kalmak için her zamankinden daha fazla zor aygıtlarına başvuracağı, kırılan bu zeminden fışkıran düzen karşıtı fikirlerin örgütlü bir güce dönüşmemesi için zorlayıcı gücünü daha etkin kullanacağı açık. Ama bu ölmekte olanın krizdir, burjuva devlet ve toplum biçimi çoklu organ yetmezliği yaşamaktadır, bu bir varoluşsal krizdir, çaresi yoktur.
Buna karşın ezilenlerin de işçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin de direnmekten, örgütlenmekten ve baş kaldırmaktan başka kurtuluşları yok. Ezilenler de varoluşsal kriz içinde, artık burjuva düzen içinde varlıklarını üretme şartları tükendi. Koronavirüs günlerinde yaşanmakta olanlar bunu hiç olmadığı kadar belirgin hale getirdi. Ezilenlerin krizi ölmekte olandan kurtulmakla çözülebilir.
Yeni doğum eskinin içinden oluşmaz, eskinin yıkımı ile mümkün olur.
DİPNOTLAR:
1) t24.com.tr/haber/italya-da-mafya-yoksul-vatandaslara-yemek-dagitmaya-basladi,872116)
2) www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/originals/2020/03/israel-benjamin-netanyahu-mossad-coronavirus-test-kits.html
3) Gramsci, Selections From Teh Prison Notebooks, “Wave of Materialism” and “Crisis of Authority”, London 1971
4) Gramsci, age.
(ETHA)