Bağımlı ülkeler bağımlı üreticiler gibidir, kendi başlarına bağımsız bir pazarları yoktur, kendilerine iş verildiği müddetçe varlıklarını sürdürebilirler. Emperyalist tekellere bağımlılığa son verilmedikçe sorunlar çözülemez. Kapitalizme karşı çıkılmadan da emperyalizme karşı çıkılamaz bugün, aksi her tutum aldatmacadır. Sermaye üretiminden vazgeçmediğiniz müddetçe son tahlilde siz sermayeyi değil sermaye sizi yönetir. Servet vergisi almak halkçı bir önlemdir ama ancak geçici bir çözüm olabilir. Para basmak da öyle.
‘KÜRESELLEŞME’ BİTİYOR MU?
Küreselleşme dediğimizde onu ancak emperyalist küreselleşme olarak kavrayabiliriz. Emperyalist küreselleşmeyi ortaya çıkaran ya da gerekli kılan sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşmasının dünya çapında yeni bir düzeye ulaşması, dünya tekellerinin ortaya çıkmasıdır. Dünya tekellerinin ortaya çıkması ya da emperyalist küreselleşme sermaye üretim sürecinin de dünyasallaşması anlamına gelir. Yani artık bir metanın üretilmesi için gerekli ortalama toplumsal emek zamanı ulusal, bölgesel değil dünya çapında hesaplanmakta, artıdeğerin kara ya da sermayeye dönüşmesi de dünya piyasasını gerektirmektedir. Bu sermaye üretiminin evrimsel gelişmesinde yeni bir aşamadır. Bir kez bu aşamaya gelindi mi buradan geriye gidiş söz konusu edilemez. Küreselleşmenin sonu gelecek diye kehanette bulunanlar sermaye üretim sürecinin dünyasal ölçekte olmaktan çıkacağını, sermayenin yeniden ulusal düzeyde gerçekleşeceğini söylemiş olmaları gerekir. Bunun gerçekleşmesi için halihazırda bugünkü dünya piyasasının yüzde yetmişini denetleyen birkaç yüz dünya tekelinin parçalanmasıyla, hakimiyetlerine son verilmesiyle ve bu tekellerin dünya ölçeğinde gerçekleştirdiği sömürü sayesinde dünyaya hâkim olan emperyalist devletlerin bundan vazgeçmesi ile mümkün olabilir. Bunun imkansızlığı bir yana bir an için gerçekleştiğini hayal etsek bile, parçalanan bu sermaye zorunlu olarak ve kısa sürede tekrar dünya ölçeğinde merkezileşecektir. Çünkü merkezileşmek ve yoğunlaşarak dünya piyasasına hâkim olmak onun içsel hareketinin zorunlu sonucudur. Hindistan’daki, Mısır’daki, Nijerya’daki, Bangladeş’teki, Türkiye’deki ucuz emek gücü cehennemleri olmadan tekelci sermaye ayakta kalamaz ve bu ülkeler ucuz emek gücünü satamazlarsa yok olup giderler. Bu böyledir çünkü toplumsal emek zamanı bir kez dünya ölçeğinde belirlenir hale geldikten sonra küçük sermayelerin dünya ölçeğinde yoğunlaşmış sermayelerle rekabet etmesi olanaksız hale gelir. Küçük sermayeler en büyüklere tabi olur, onların bir çeşit bağımlı işçisi ya da taşeronu haline gelir. 1850’lerin terletici atölyeleri gibi günümüzde de “terletici” ülkeler vardır. Emperyalist küreselleşme dönemindeki uluslararası işbölümünün kaçınılmaz ve zorunlu bir gereğidir bu. “Terletici” ülkeler ortadan kalkmaz ama gelişmiş kapitalist ülkeler de “terletici” hale gelebilir, ABD ve Fransa ve diğer gelişmiş kapitalist ülkeler birer ucuz işgücü cehennemine dönüştürülebilir. Tekelci sermayenin ve onların devleti derinleşmekte olan krizi bu dönüştürme için bir fırsat haline getirmek isteyeceklerdir. Böyle bir gelişme emperyalist küreselleşmenin sonu değil derinleşmesi anlamına gelir. Kaldı ki gidişat zaten bu yöndeydi, kriz bu sürece hız katacaktır, hepsi bu.
Emperyalist küreselleşme evresinde mali araçlarla soygun, spekülatif sermaye ile talan etmek her zamankinden daha önemli hale geldi. Dünya tekellerinin karlarının önemli bölümü buradan gelmektedir. Emperyalist ülkelerin bağımlı ülkeleri soymasının en önemli biçimi mali araçlarla gerçekleşmektedir. Bağımlı ülkeler de bu sermayeyi kendilerine çekemezlerse daha da yoksullaşmaktadırlar. Bu “sıcak sermaye” akımları olmaksızın bu ülkeler ayakta kalmaz ve iflasa sürüklenirler. Bu “sıcak sermaye” bir çeşit emme basma tulumba gibidir. Yüksek faizle sıcak para girişi dövizin ucuzlamasına neden olur, ucuz ithalat imkânı doğar, ucuz ithalatı ucuz emek gücü ile birleştiren ülkeler tekellerin tedarikçisi olma yarışında öne geçer. Bu nedenle tedarikçi ülkeler “sıcak para”yı kendi ülkelerine çekmek için birbiriyle yarışır bu arada “sıcak para” sahipleri faizler ve borsa spekülasyonları üzerinden olağanüstü karlar elde ederler.
Küreselleşmenin sonu demek, bu ilişkinin de bu mali soygunun da sonu demektir. Nasıl ki sermaye emeği sömürmeden var olamazsa ve emekçi emek gücünü kapitaliste satmadan yaşayamazsa; emperyalist tekeller de mali-sömürge ülkeleri soymadan ve bu bağımlı ülkeler de kendilerini emperyalistlere soydurmadan ayakta kalamazlar. Nasıl ki emekçiler kendilerini en iyi koşullarda sermayeye pazarlamaya çalışıyorsa mali sömürge ülkeler de kendilerini en iyi şartlarda dünya tekellerine emperyalist devletlere pazarlama yarışına girmektedirler.
Koronavirüs salgını ile birlikte “sıcak para” mali sömürge ülkelerden geri çekilmeye başladı.
IMF, “Küresel Finansal İstikrar Görünümü: Covid-19 Zamanında Piyasalar” başlığıyla yayınladığı raporda, “Gelişmekte olan ve öncü piyasalarda, rekor düzeyde keskin bir tersine portföy akışı yaşandı”1 dedi.
Bütün kriz zamanlarında böyle oluyor zaten. Geri çekilen bu sermaye, işler az çok normalleştiğinde tekrar geri döner, üstelik bu kez eskisinden daha güçlü olarak. “Sıcak para” gidince mali-ekonomik sömürge ülke ekonomileri tam anlamıyla bir bataklığa saplanır. Döviz fiyatları aniden yükselir, kronik işsizlik oranı yeni bir düzeye çıkar. Genç işsizler ordusuna yeni milyonlar eklenir. Yalnızca şirketler değil, büyük bölümü bankalara borçlu olan emekçiler de eldekini kaybetmeye başlar ya da iflas eder. Bağımlı ülkeler sermaye geri gelsin diye eskisinden çok daha elverişli koşullar sunar mali oligarşiye. Ve bu sermaye geri geldiğinde ülke ekonomileri üzerindeki hegemonyası çok daha fazla güçlenir.
SERVET VERGİSİ
Burjuva solcu iktisatçılardan biri “önce tarlalar çalışmalı yani çiftçiler. Yoksa bir süre sonra hepimiz aç kalırız. Sonra işçilerin sağlığı gözetilerek fabrikalar çalışmalı. Yoksa yine aç kalırız. İşçilerin sağlığı ne olacak? Buna hükümet çare bulmalı. Eğer zorunluluk olursa işçilere tam ödeme yapılmalı.” Bir başkası, “Mart-haziran döneminde yoğunlaşan tarımsal üretim faaliyetlerini sürdürmezsek, ülkeyi yıkıma götürürüz” diyor. Çiftçiler ve işçiler çalışmazsa aç kalırız diyor iktisatçılar2. Haksız değiller, onlar üretmezse toplum çöker. Peki kimin için ve hangi koşullarda üretecekler? Bir avuç zengin ve faşist iktidar için ve en sağlıksız koşullarda, her an işsiz kalma korkusu ile.
Bir an için bunu unutalım, derinleşen ekonomik kriz koşullarında bu çiftçiler ve işçiler nasıl çalışacak? Onları kim çalıştıracak? Çiftçiler emperyalist tekellerin bağımlı üreticileri haline getirilmedi mi? Dışarıdan sıcak para gelmezse nefesi kesilen bir ekonomide, ucuz ithalat ve ucuz işgücüne dayalı ihracat tökezlerse üretim çarkı nasıl dönecek? Ancak dışarıdan tedarik ettiği borçla üretim yapabilen, devlet ihaleleri ile kasalarını dolduran şirketlerin hâkim olduğu bir ekonomide çiftçiler ve işçileri kim çalıştıracak? Bu iktisatçılarımız “bağımsız bir kapitalist ekonomi” de önermiyor. Öneremez de, bağımlı ülkeler bağımlı üreticiler gibidir, kendi başlarına bağımsız bir pazarları yoktur, kendilerine iş verildiği müddetçe varlıklarını sürdürebilirler. Özetle emperyalizme, emperyalist tekellere bağımlılığa son verilmedikçe sorunlar çözülemez. Emperyalizmle bağları koparmak demek kapitalizmi yıkmak demek, çünkü kapitalizme karşı çıkılmadan emperyalizme karşı çıkılamaz bugün, aksi her tutum aldatmacadır. Yine de burjuvalar aç kalmayacaktır, bunu biliyoruz. IMF bu yıl Türkiye ekonomisinde yüzde 5 küçülme bekliyor. Bu demektir ki işçiler ve bütün yoksullar için bugünkünden çok daha rezil koşullar kapıdadır. Açlık ve sefalet daha da artacak, resmi işsizlik dahi yüzde 20’lere dayanacaktır.
Emekçi sol aydınlardan Korkut Boratav’ın önerileri çok daha halkçı. “Üretken emek hem üretim tabanını ayakta tutar hem de en büyük tüketici sınıf olarak talebi ayakta tutar” diyor ve ekliyor: “Bunu yaratacak kaynaklar modern kapitalizmde dahi vardır. Nedir? Vergileme. Servet vergisi ama onun dışında gerekirse Merkez Bankası kaynaklarını da kullanarak sözünü ettiğim sağlık ve kaybolan gelirlerin önemli bir bölümünün telafi edilmesine harcanmalıdır.”3
K.Boratav’ın çözümü özetle: “Servet vergisi alalım, para basalım.”
Sermaye üretiminden vazgeçmediğiniz müddetçe son tahlilde siz sermayeyi değil sermaye sizi yönetir. Servet vergisi almak halkçı bir önlemdir ama ancak geçici bir çözüm olabilir. Para basmak da öyle. Nihayetinde pek çok kapitalist ülkede servet vergisi şu ya da bu düzeyde uygulanıyor ve kimi ülkelerde harıl harıl para basılıyor. Sonuçta sermaye üretim yasalarına bağlı hareket etmek zorundasınız. Türkiye gibi mali sömürge bir ülke servet vergisi uyguladığında sermaye çıkışı hızlanacaktır, onu engellemek için yasalar çıkardığınızda döviz fiyatları uçacaktır. Boğazına kadar borçlu şirketleriniz bırakın vergi vermeyi borçları ile üstünüze kalacaktır, çünkü bu borçların büyük çoğunluğu hazine garantisi ile alınmıştır. Varsayalım yine de bu önlemlere başvurmayı başardınız peki sermayenin bekçiliğini yapan orduyu, bürokrasiyi nasıl kontrol edeceksiniz?
Nereye varmak istiyoruz? K. Boratav’ın belirttiği servet vergisi gibi önlemler için dahi sermayenin politik iktidarını devirmek gerekir, bunun bir seçim değil devrimle olabileceğini söylemeye gerek var mı? Sermayeyi ortadan kaldırmayı göze almayan hiçbir çaba başarılı olamaz4. Bunu Venezuela’dan, Bolivya’dan aldığımız derslerle güncellemiş olmalıyız.
Servet vergisi, halkın ihtiyaçları doğrultusunda para basmak çözüm değil derken bu tip reform taleplerine mutlak biçimde karşı çıktığımızı söylemiyoruz. Belli koşullar altına servet vergisi gibi halkçı talepler dillendirilebilir, krizin yükünün halka değil sermayedarlara yıkılmasını isteyebiliriz. Burada kastettiğimiz bunun ancak geçici bir çözüm olabileceği, emperyalist küreselleşme aşamasındaki kapitalizmi yıkamazsak onu sınırlandırmak için atacağımız her adımın en sonunda bizi yine sermaye ilişkisine bağlayacağıdır.
DİPNOTLAR:
1) www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2020/04/15/imfe-gore-turkiye-slumpflasyona-girecek/
2) www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2020/04/15/marksist-iktisatcilar-uretim-durdurulamaz/
3) www.gazeteduvar.com.tr/ekonomi/2020/04/15/marksist-iktisatcilar-uretim-durdurulamaz/
4) “Bu, kapitalist tasarımların kendilerine saplanıp kalmış burjuva iktisatçılarınınkinden özünde farklı bir kavrayıştır. Bunlar gerçi sermaye ilişkisi içerisinde nasıl üretim yapıldığını görürler. Ama bu ilişkinin kendisinin nasıl üretildiğini ve aynı zamanda onun içinde bu ilişkinin çözülmesinin maddi koşullarının üretildiğini, dolayısıyla iktisadi gelişmenin, toplumsal zenginliğin üretilmesinin zorunlu biçimi olarak tarihî haklılığının yok edildiğini görmezler.” Marx, Kapital, Cilt 1, Altıncı Bölüm, Dolaysız Üretimin Sonuçları, Kapitalist üretimin ürünü yalnız artık değer değil sermayedir başlığı içinde, Yordam Kitap
(ETHA)