Mültecilere ve Romanlara yönelik ırkçı saldırılara tavır almak
Avrupa emperyalist devletlerinin krizler karşısında başvurdukları yöntemlerden biri de toplumu ırkçılığı daha da körükleyerek, toplumu ayrıştırmak ve bunun üzerinden kendi iktidarlarını pekiştirmek. Bununla hem krizlerin gerçek nedenlerini gizlemek ve hem de istemedikleri toplumsal kesimleri hedef haline getirip sindirmeyi ve kendi toplumsal tabanını genişletmeyi hedeflemektedirler.
Faşist diktatör Erdoğan mültecileri AB’ye karşı şantaj olarak kullandı ve on binlercesini sınırlara taşıyarak ölüm yolculuğuna çıkardı. AB devletleri, zaten iyice kısıtlanmış olan iltica hakkını rafa kaldırdılar ve Yunanistan sınırlarında, adalardaki kamplarda yığılmış olan mültecileri alıp ülkelere dağıtmak yerine ölüme, denizler de dahil AB sınırlarını korumak amacıyla askeri, polisiye güç takviyesi yaptılar. Yunanistan hükümeti, sınırlarda askerin yanı sıra faşist çetelerin de mülteci avına çıkmasına göz yumarak onay veriyor.
Koronavirüs salgınıyla mülteciler üzerindeki baskılar ve ölüm riski had safhaya ulaşmış bulunuyor. Yunanistan’ın Lesbos adasında 3 bin kişilik Moria kampında 8 bini çocuk olmak üzere en az 20 bin kişinin kaldığı kamptaki mülteciler, insan hakları örgütlerinin, çeşitli yardım kuruluşlarının tüm çağrılarına rağmen başka ülkelere taşınmıyor. Kampta yaşanan temiz su ve hijyen sorunu dikkate alındığında, olası bir virüs vakasının hızla yayılacağı ve kitlesel ölümlere yol açacağı herkes tarafından biliniyor.
Egemenlerin mülteciler politikasının yol açtığı ve giderek büyüyen bir sorun da, mültecilere ve yurtlarına yönelik ırkçı saldırıların artmış olması. Almanya’da mültecilere yönelik saldırılarda 2019’da artış olduğu geçen hafta basına yansıdı. Mültecileri potansiyel Covid 19 virüsü taşıyıcısı olarak gören, gösteren faşist ve ırkçı grupların saldırıları, devletlerin izledikleri politikayla da teşvik ediliyor.
Mültecilerin toplu tutuldukları kamplar boşaltılmıyor, hijyen malzemesi dağıtılmıyor, testler yapılmıyor, kısacası hiçbir önlem alınmıyor. Adlıkları önlem, sokağa çıkma yasakları ve üzerlerine kapıların kapatılmasıdır. İşte Avrupa devletlerinin mültecilere yaklaşımı!
Bir de böylesi süreçlerde iyice unutulan Romanlar var. Covid 19 virüsünün yayılmasında yine potansiyel taşıyıcı olarak görüldüklerinden hedef haline getirilmiş, salgına karşı hiçbir önlem alınmayan, hizmet verilmeyen bir halk.
Uzun yıllardır Almanya’nın Göttingen kentinde faaliyet yürüten ve virüs salgını karşısında Roman’larla dayanışma çağrısı yapan Roma Center adlı derneğin verilerine göre, Sırbistan’da yaşayan Romanların %70’i içme suyunun yetersiz olduğu, % 38’i içme suyu bağlantısının olmadığı, % 74’ü kanalizasyon bağlantısının olmadığı ve birçok yerde ise elektrik bağlantısının olmadığı bölgelerde yaşamakta. Dışarı çıkma yasaklarıyla çalışma olanakları ortadan kalkan Romanların, zaten sınırlı olan yaşama imkanları da elinden alınmış bulunuyor. Aynı dernek, Bulgaristan, Kosova, Bosna-Hersek, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’da yaşayan Romanların durumunun farklı olmadığını, ırkçı politikaların ve saldırıların hedefi olduklarını belirtmekte.
Sosyalistlerin, devrimcilerin toplumun bu en alt tabasını oluşturan kesiminin yaşadığı sorunlara, baskılara dikkat çekmek ve onları sahiplenmek için harekete geçmeleri elzemdir. Toplumun evlere hapsedildiği bu tecrit koşullarında da sokağı zorlayacak eylemler yapılabilir. 2 kişilik gruplar halinde yaygın pankart asma, afişleme gibi eylemlerle veya 2’şer metre aralıklarla daha kitlesel eylemler yapılarak sokağa çıkma ablukası kırılabilir, mültecilerin ve Romanların durumuna dikkat çekilebilir.