Bir sözün başını bir ömür bekleyenlerdir devrimciler. İdeali hakikat kılmanın bedeli bazen tam da bunu gerektirir. “Akıllıca” mı; hiç değil. Zor da değil. Tarih boyunca izi sürülen özgürlük mücadeleleri düşünülünce hele, hiç değil. İnandığın neyse ona göre bir hayat sürmek, o tutarlılık, tarifsiz bir iç huzurun kaynağıdır diğer yandan. Tutarlılıkla neşenin, moral gücün, ferahlığın doğrudan ve doğru orantılı bir ilişkisi vardır. Bu ideolojik ve moral üstünlük sürdükçe, gerekirse ateş kuşları gibi defalarca yanar ve tekrar vücuda gelir devrimciler.
Lenin bir tartışmada mealen şöyle söyler: Bir konuda eleştiri yükseltmek sizin onu öyle yapmayacağınızı vaat etmektir.
Gerçekten söylenmiş olsa bile bu yaklaşım oldukça kıymetli. Hem tutarlılık hatırlatmasında bulunuyor hem daha kuşatıcı-kapsayıcı bir etik tutuma işaret ediyor zira. Sözün özgürlüğünün sınırlarını ve söyleyene yüklediği sorumluluğu öne çıkarıyor ayrıca. Bir kez daha eylemimizin içeriği sözümüzün-eleştirimizin hakikat ölçüsüne dönüyor böylelikle.
Çoklarına göre Don Kişot ellisine merdiven dayamış, okuduğu şövalye romanlarından zihni bulanmış, bu nedenle günün birinde yollara düşmüş bir kaçıktır. Bu köylü asilzadesinin akla hayale sığmaz görünen maceralarının içtenliği kahramanımızın neye inanıyorsa ona uygun davranmasında yatar. Dulcinea, ona güre dünyanın en güzel kadınıdır, yel değirmenleri düşmandır, haydutlar elçidir; o da hepsinin karşısında nasıl olması gerekiyorsa öyle davranır. Yapmacık yoktur. Pataklandığında hayıflanmaz mesela. Bir yola düşmüştür ve başına gelecekleri peşinen kabullenmiştir. Fazla ‘akıllı’ olanların bazen muhatapların hafife almak için savurdukları “Don Kişotluk” yaftası, aslında önemli bir payedir; aşırı ‘akıllı’ ve bu arada genellikle sistem içinde oldukları için farkında değillerdir.
Yukarıdaki paragrafta yer alan eleştiri, eleştirilene benzememe, hayata oradan bakmama vaadidir aynı zamanda. Hepimiz farkında olalım olmayalım her gün böyle pek çok eleştiri-vaat cümlesi kurarız. Maharet bunun farkına varıp gerçeği yapmakta.
Devrimci sosyalistlerin temel metinlerine baktığımızda bağlayıcı açıklamalarını okuduğumuzda analiz, öngörü, eleştiri ve vaadi bir arada görürüz. Kolektif neyi eleştiriyorsa öyle olmamayı vaat eder. Bu bazen sosyalizmin teorik bir konusuyken bazen pratik politik bir konuda şu veya bu özneyi, bir bakış açısını kapsar.
Yıllar içinde bu tutumlar bir kültürel şekillenmeye katkıda bulunur. Devrimci sosyalistler denildiğinde neleri yapıp neleri yapmayacağı, politika kültürü, kadro çizgisi, öne çıkan özellikleri aşağı yukarı kestirilebilen bir kolektif silueti zihinlerde belirir. Siluet kuruluşundan bugüne bütün iletişim ve etkileşim tecrübesinin birbirini doğrulayan deneyimlerin zihinlerde yol açtığı imajların toplamıdır.
Söz gelimi, ‘kampanya’ sözcüğü devrimci sosyalistlerin kendilerini ortaya koyarak varoluş haklarını dişleriyle tırnaklarıyla kazıdıkları günleri hatırlatarak doğrudan onları işaret eder. Bu işaretin oluşumunda gösteriler kırılan dişler, şubelerde koparılmış tutam tutam saçlar, süreklileşen gözaltılar, yol kesmeler, özgür alan pratikleri, birbirinin gözlerini içine bakan kararlı ve inançlı insanların uslanmayı, yorulmayı, karamsarlığı bilmeyen davranış çizgisi vardır.
Böyle pek çok kazanılmış tepe vardır devrimci sosyalistlerin geçmişinde. Avantajı şuradadır: Yürünmüş yolların tecrübesi arşivinde bulunan bir kolektifin bireyleri sıfırdan başlamaz hiçbir zaman. Yollar çok daha çabuk, daha verimli kat edilir böylelikle. Dün, düşe kalka, bazen dar deneyle gıdım gıdım ilerlerken, aritmetik çoğalırken, bu tecrübe sayesinde bugün geometrik kazanım mümkün hale gelir.
Tecrübe her zaman bilgi aktarımı değildir. Kolektifin tarzı, iş görme biçimi, hareket mantığı tek tek olay ve süreçle ilişkisi içinde değerlendirildiğinde oldukça sade bir bakış açısı kazanmak mümkün. Kayıplar kampanyası, Gazi, ideolojik doğrultma hamlesi, kitlelere hücum ve diğerleri; adlı adınca öğrenildiğinde yeni durumlarda nasıl davranılacağı ana hatlarıyla belirir.
Çünkü bu dönemin anahtar ifadelerinden biri, siyasal özgürlükler mücadelesini zafere ulaştırmaktır. İlk günden bugüne kolektifin yapıp ettikleri bu amaca bağlı şekillenmiştir. Niceliğinden bağımsız olarak ona karakterini veren bu nitelik olmuştur.
Eleştiri ve vaat ilişkisini burada da sınayabiliriz. Şayet belirli bir odağı bulunmayan, rüzgâra kapılan, kendi amaçları doğrultusunda irade geliştirme kapasitesinden yoksun bir kolektif gerçeği bulunsaydı birbirini boşa düşüren, anlamsızlaştıran, giderek amaçsızlaşan bir kolektifle karşı karşıya kalırdık. Türkiye ve Kürdistan gibi zorlu bir mücadele sahasında amaçsızlaşan politik öznelerin varlıklarını günlük politika pratiğinde sürdürmelerinin imkânsızlığını günbegün tecrübe ediyoruz.
Bahsettiğimiz tutarlılık kolektiflerin dahi hayat karşısında asaletle kalabilmelerinin önkoşuluyken bireyler düzleminde bu çok daha yakıcı bir ihtiyaçtır. Zira bir kolektifin kimi zaman bazı cephelerinde aksamalar olabilir. Ama yine başka alanlar öne çıkarak, daha fazla sorumluluk yüklenerek aksamaların etkisini giderebilir, kolektife zaman kazandırabilirler.
Peki, ya bireyler? Eleştiri ve vaat ilişkisi üzerinden bireylerin çabucak yıpranması, telafisi giderek güçleşen tutarlılık sorunlarının altında ezilmesi ve varoluş amacına yabancılaşması kuvvetle muhtemeldir.
Eğer teşhisçilik ve tespitçilikle sınırlı kalan ve çok çabuk antipati toplaması adeta mukadderat olan bir malumatfuruşluk değilse sözlerimiz-eleştirilerimiz, derhal işe başlamamız gerekir. Yanlış olan neyse düzeltmek, eksik olan neyse gidermek sadece söz ile olmayacağı için o eleştirilerin altına bütün gövdemizi koymamız gerekecektir. Marks’ın arada bir tekrarlamayı sevdiği Ezop masalı sözüyle anlatmak gerekirse, “İşte Rodos, haydi atla!” Daha bizden, daha otantik ifadeyle söylersek, “Halep oradaysa arşın burada” diyebiliriz.
Bir sözün başını bir ömür bekleyenlerdir devrimciler. İdeali hakikat kılmanın bedeli bazen tam da bunu gerektirir. “Akıllıca” mı; hiç değil. Zor da değil. Tarih boyunca izi sürülen özgürlük mücadeleleri düşünülünce hele, hiç değil. İnandığın neyse ona göre bir hayat sürmek, o tutarlılık, tarifsiz bir iç huzurun kaynağıdır diğer yandan. Tutarlılıkla neşenin, moral gücün, ferahlığın doğrudan ve doğru orantılı bir ilişkisi vardır. Bu ideolojik ve moral üstünlük sürdükçe, gerekirse ateş kuşları gibi defalarca yanar ve tekrar vücuda gelir devrimciler. Karşıdevrimin bütün gayesi tutarlılık zincirini kırmak, ideallerle somut yaşama biçimi arasında çelişkilere yol açmak ve moral üstünlüğünü ele geçirmektir. Partili mücadele tarihinin hiçbir anında yapamadılar, bundan sonra da yapamazlar. Marks’ın tekrarlamayı sevdiği sözle söylersek: “Sen yolunda yürü. Bırak ölüler ölülerini gömsünler.”
(ETHA)